25 Aralık 2012 Salı

Kelebeklere Rahatça Dokunabileceğiniz Bir Yer; İguazu


27 Kasım sabahı erkenden Iguazu’daydım. İlk yapmam gereken beni önce otobüs termaline sonra da kalacağım otele götürecek bir taksi bulmaktı. Bu yolculuğa çıkmadan önce bir sürü arkadaşım İspanyolca öğrenmem gerektiği konusunda beni uyarmışlardı. Onlar pek dinlemedim. Şimdi de zorluk yaşıyorum. Neyse bir şekilde yolunu bulacağım inşallah. Büyük şehirlerde anlaşmak kolay küçük şehirlerde anlaşmak daha zorlaşıyor. İşte o zaman da resim çizerek anlaşmaya çalışıyorum. Neyse çat patta olsa İngilizce bilen birisini buldum ve Iguazu’dan Buenos Aires’e gidiş otobüs biletimi almak için otobüs terminaline uğramaya ikna ettim. Iguazu’dan Buenos Aires otobüs ile 17 saat sürüyormuş. Otobüslerdeki konfor uçağı geçiyormuş. En önemlisi oturduğunuz koltuk 180 derece yani tam dümdüz yatabiliyormuş.  Durum böyle olunca hep uçak hem de otel parasından kurtulabiliyorsunuz. Neyse tarzanca da olsa anlaşarak otobüs biletimi alabildim. Beni otelime bırakacak olan taksi şoförü istersem bugün ve yarın hem Arjantin hem de Brezilya tarafındaki Iguazu şelalerine beni götürebileceğini söyledi. 500 peso ile kapıyı açtık sonunda 400 pesoya yani yaklaşık 90 usd anlaşmamızı kapadık. Tabii bu ücrete parka giriş ücreti dahil değildi. Burada sadece iki günüm olması sebebiyle çok fazla araştırmaya gerek yoktu. Ayağıma gelen kısmeti çevirmedim ve taksi şoförünün teklifini kabul ettim. Hem çat pat olsa İngilizce de biliyordu. Ve ismi de Gabriel’di.
Otele bavulumu bırakır bırakmaz önce Iguazu’nun Arjantin tarafına gittik. Bu taraf Birezilya tarafına göre daha büyükmüş. Minimum 6 saatimi burada geçireceğim. Gabriel, parka geldiğimizde önce biletimi almama yardım etti. Sonrasında ise harita üzerinden hangi rotayı izlemem gerektiğini anlatı.  Akşamüstü saat 5-6 gibi de beni parkın girişinden alacaktı.

Rio’dan sonra buradaki hava bayağı farklıydı.  Güneşin altında yürümek insanı zorluyordu.  Parkın içinde uğramam gereken 3 farklı istasyon vardı. İlk istasyon merkez istasyonuydu. Buradan ikinci istasyon ile şelalenin alt iç kısmına giden motorların kalktığı adaya gidiş yolu vardı. Ben Gabriel’in söylediği yolu izleyerek üçüncü istasyona death throat denilen yere  gidecektim. İstasyonlar arasında trene binebilir ya da yürüyebilirdiniz. Her istasyonda bir cafe vardı. Üçüncü istasyona gitmek için tam yarım saat bekledim. Sıcakta beklemek biraz yorucuydu. Tren ormanlık alanının içinden gidiyordu. Ve etrafta bir sürü kelebek vardı. Sarı renkte olanların bir günlük ömrü varmış ve onlardan bir sürü vardı. Sonunda üçüncü istasyona geldik. Bundan sonra death throata gitmek için 1 kmlik bir yürüyüş yapmam gerekiyordu. Şelalenin kaynağına ulaşabilmek için demirden köprüler yapmışlardı. Doğanın görüntüsü muhteşemdi. Gökyüzü de masmavi ve bembeyaz bulutları ile nehri ve ormanları çok güzel bir şekilde tamamlıyordu. Bir an doğadan daha iyi bir artist olamaz diye düşündüm. Uzun bir yürüyüşten sonra şelalenin gürül gürül sesi duyulmaya başladı. Ve sonunda dünyanın ikinci büyük şelalesi (birinci Niyagara) karşımdaydı. Buraya bir tabela yerleştirmişlerdi. Tabela üzerinde “ruhunuzun bu güzelliği izlemesine izin verin” şeklinde yazıyordu. Ben de fotoğraf çekmeyi bir kenara bırakıp ruhumun bu manzarayı izlemesine izin verdim. Şelaleye baktıkça onu daha da hissedebiliyordunuz. Burada bir de tükenmeyen bir gökkuşağı vardı. Sürekli orada duruyordu. Kuşlar, kelebekler şelaleye güzel bir fon oluşturuyorlardı. Her şey çok güzeldi.  Yarım saat kadar şelaleyi seyredip fotoğraf çektikten sonra tekrar ikinci istasyona gitmek üzere yola çıktım. Daha uğramam gereken 2 farklı nokta daha vardı.
Dönüş yolunda hava daha da sıcaklaşmıştı. Bir ara gölgelik bir bölümde durdum. Burası kelebeklerin dinlendiği gölge bir yerdi. Genelde insanlar burada dinleniyordu. Dinlenirken İsrail’den buraya gelmiş olan yahudi dostlarımla sohbet ettim.
Ve kelebek ile arkadaş olmanın yolunu öğrendim. Tabii tutmak yerine iki parmağı ile sıkıştırıp defterinin arasına anı olarak saklamak isteyen bazı insanlar yok değildi. Derin bir nefes alarak içimden “Tepki verme, karşılık ver” olumlamasını söylerek müdahale etmemeyi başardım. Bayağı serinlemiştim artık üçüncü istasyona gitmenin vakti gelmişti. İstasyona geldiğimde treni görünce önce çok sevindim ama maalesef tren doluydu bir sonraki treni beklemem gerekiyordu. Bir sonraki trenin gelmesi ve gitmesini düşünürsek 30-40 dakika daha beklemem gerekiyordu. Üçüncü ile ikinci istasyonun arasının 2 km olduğunu öğrenince yürümeye karar verdim. Hava biraz sıcaktı ama mümkün olduğu kadar gölgeden yürüyerek ikinci istasyona vardım. İkinci istasyondan başta da yazdığım gibi şelalenin alt iç bölümüne gidiş yolu vardı. Burada isteyen botla şelalenin içine girebiliyordu. Hava çok sıcaktı ve şelalenin girişinin nemden ne hale geleceğini düşünerek sadece seyretmekle yetindim. Buradaki manzara çok güzeldi. Ve isteyen şelalenin yakınındaki adaya çıkabiliyordu. Buradan şelaleye daha da yakın olabiliyordunuz.
Son olarak tüm şelalenin panaromik görüntüsünü görebildiğiniz bölüme gittim. Saat 17.00 olduğunda artık benim de pilim bitmişti. Gabriel’i aramak için telefonumu çıkardığımda bir de ne göreyim telefon burada çekmiyor. Yapacak bir şey yoktu. Şansımı deneyecektim. Dışarıdaki taksi şoförlerine Gabriel’i tanıyıp tanımadıklarını sordu. Neyse ki herkes onu tanıyordu. Gabriel’i aradılar ve 20 dakika sonra Gabriel yanımdaydı. Bayağı yorulmuştum. Otelime geldiğimde havuz bölümünde biraz dinlendikten sonra duşumu alıp dinlenmeye çekildim. Hiçbir şey yapacak halim yoktu.
Ertesi sabah 8.30 da Gabriel tekrar beni otelden aldı ve Brezilya tarafındaki şelaleyi görmeye gittim. Brezilya tarafına geçmek için gümrükten geçmek gerekiyordu. Sağ olsun Gabriel benim için tüm bu gümrük işlerini tamamladı ve rahatça Brezilya tarafına geçiverdik.
Şelalenin Brezilya tarafına geldiğimizde Gabriel her zamanki gibi bilet işlemlerinde bana yardımcı oldu ve buradaki rotamı gösterdi Bu sefer parkın dışında beni bekleyecekti. Burada maximum 3 saatim vardı. Sonra Arjantin tarafına gidip 15.00 da Buenos Aires’e gidecek olan otobüsü yakalamalıydım.
Brezilya tarafından parkın derinliklerine gitmek için tren yerine otobüs kullanıyordunuz.  Brezilya tarafından Arjantin tarafından farklı olarak şelalenin tamamını panoromik görebiliyordunuz. Tek kelimeyle büyüleyici bir manzaraydı. Birbirinden güzel fotoğraflar çektim.
Parkın çıkışına geldiğimde Gabriel’ i beni bekler buldum. Tekrar Brezilya gümrüğünden Arjantin tarafına geçtik. Gabriel ile olan dostluğumuz da burada sona ermiş oldu.  Ona çok teşekkür ettim ve Buenos Aires’e gitmek üzere kıyafet değiştirip mailerimi kontrol ettikten sonra doğruca otobüs terminaline gittim.   

Otobüs terminalindeki kafede öğlen yemeğimi yedikten sonra otobüsün kalktığı yere gittim. Bindiğim otobüs söyledikleri gibi beşinci sınıftı. Televizyon, yatar koltuk, yumuşak yastık ve battaniye her şey çok güzeldi. Yarın tango şehri Buenos Aires’teyim

Ola olaa Buenos Aires.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder