25 Aralık 2012 Salı

Londra'dan Rio De Janerio'ya

Beklenen an gelmişti. Önce Londra’ ya sonra da Güney Amerika kıtasındaki ilk durağım Rio de Janerio’ya ayak basacaktım. Atatürk Havalimanına geldiğimde bavulumu Rio de Janerio’ya kadar check in yapabileceğimi öğrendim. Bu sevindirici bir haberdi. Böylece Londra’ya ayak basar basmaz Londra’nın merkezine inebilecektim.
Uçak saat 20.00 gibi Londra’ya indi ve bende gümrük kontrolünden geçtikten sonra metro ile şehir merkezine indim. Önce Picadilly, Regent ve Oxford street sonra Coven Garden’a uğradım. Londra’yı tekrar görmek çok güzeldi. Caddeler Christmas nedeniyle ışıl ışıldı. Yaklaşık üç saat kadar şehir merkezinde takıldıktan sonra otele geri döndüm.
Ertesi gün otelde kahvaltımı yaptıktan Heathrow havalimanına gittim. Uçağa bindiğimde beni küçük bir sürpriz bekliyordu. Alman bir bey arkamdaki koltukta oturan eşinin uzun bacaklarını göstererek yolculuk süresince koltuğumu geriye çekemeyeceğim haberini verdi. Hoppala, 11 saatlik uçuş süresince sürekli dik mi oturacaktım.  Kendimi “Tepki Verme Karşılık Ver” şeklinde düşünmeye zorladım. Sonra sakin bir şekilde uzun bir yolculuk olacağını bu yüzden biraz da olsa koltuğumu geriye yatırmak zorunda kalabileceğimi söyledim. Uçak kalktıktan sonra arkamdaki sevgili bayan sürekli dizleri ile beni itmeye başladı. “ Ben buradayım, bacaklarım da uzun, beni hadi fark et, yoksa dayanamam” davranışını çok iyi biliyordum. Çünkü bu işin kitabını yazmıştım.
Uçak havalandı ve bir müddet sonra önümde oturan bayan koltuğunu geriye doğru yatırdı. Koltuğun arkasındaki Tv ekranı ile aramda çok az bir mesafe kalmıştı. Bunun üzerine koltuğumu çok az geriye çektim. Bunun üzerine arkamdaki bayan tüm gücüyle koltuğumu itmeye başladı. Sonunda hostese başvurmak zorunda kaldık. Oturamadığını, başka bir yer var ise onu oraya almalarını söyledi. Maalesef uçak doluydu ve yer değişikliği yapılamıyordu. Uçağın hostesi yanıma gelerek arka koltuktan kadının yanında eşinin oturduğu yere oturup oturmayacağımı sordu. 11 saat boyunca sevgili bayanın yanında oturma fikri cazip gelmediğinden koltuğumu tamamen değil de çok az geriye yatırabileceğimi söyledim. Hostes önerimi onlara ilettiğinde bu talebi kabul ettiklerini söylediler. Hımm güzeldi çalışmalarım meyvesini vermişti. İki saat sonra bu sefer sırtımda iki tane bacak ile irkildim.  Uyarmama rağmen ısrarla beni ittirmeye devam ediyordu. Sonunda hafifçe geriye doğru koltuğumu çektim. Bu sefer daha da fazla ittirmeye başladı. Sonunda dayanamayarak hostes çağrı düğmesine bastım. Hostese anlaşma yaptığımız halde arkaya doğru koltuğumu getirdiğimi söyleyerek beni şikâyet etti. Sonra anladım ki beni iteklediğinin farkında bile değildi ona göre yaptığı çok normaldi. Kendi koltuğunu tamamen arkaya doğru yatırmış, ayaklarını koltuğumun arkasına yerleştirerek rahat bir konumda uyumak istiyordu. Ne de olsa 11 saatlik uzun bir yolculuktu. Hostesle uzun bir konuşmadan sonra nihayet hatun beni iteklemekten vazgeçti. Zaten yolculuğun bitmesine sadece 4 saat kalmıştı.  4 saat daha dayanmaktan başka yapacak bir şeyim yoktu.  
Ve sonunda Rio havalimanına indik. Gümrükten geçip, bavulumu aldıktan sonra Rio’da kalacağım otele gitmek için taksi bakındım. Taksi ücreti için önce 120 Brezilian doları istediler. “Emin misiniz “şeklinde bir bakış atınca bu sefer ileriye gitmemi tavsiye ettiler. Biraz ileride ücret 60 BR oluverdi. Lonely Planet’e göre bu mesafe için 45 BR dı. 120 den 60’a inmişlerdi. İçimden 60 iyidir hadi boş ver diyerek önüme gelen ilk taksiye atlayıverdim.
Rio’da kalacağım hostelde check in yaptırır yaptırmaz dosdoğru bana ayrılan yatağa yattım. 11 saat uyumadan Rio’ya gelmek beni bayağı yormuştu. Her şeye rağmen artık Rio’daydım. Rio de Janerio’da 3 tam gün kalacağım. Ve burada kalacağım 3 gün süresince havanın yağmurlu olacağını öğrendim. “Tepki Verme, Karşılık ver” olumlamasına daha devam etmem gerekiyordu.
Rio de Janerio’ya 50.000 yıl önce insanlar gelmişler ve ilk gelenler Portekiz asıllıymış. 1800’lü yıllarda ise Afrikalı işçileri Brezilya’ya getirmişler. O zamanlar nüfusun %40’ını zenciler oluşturuyormuş. Şimdilerde ise nüfusun %55’i beyaz %6’ sı siyah, %38 i ise karışık, %1 ise diğer grubuna giriyormuş. 560 milyon yıl önce Amerika, Avusturalya, Africa tek bir parça iken yeryüzü hareketleri sebebiyle Afrika, Amerika ve Avustralya bu ana karadan ayrılmışlar. Ve böylece bugünün Güney Amerika’sı ortaya çık 60 milyon yıl önce Rio de Janerio’nun Urca isimli bölgesinde suların alçalmasıyla Rio de Janerio’nun en güzel yerlerinden biri olan “Sugar Loaf” oluşmuş. Sugar loaf’ın diğer bir ismi de Pao de Açucar. Sugar Loaf 396 m yüksekliğinde bir kaya. İlk olarak şu an adını hatırlamadığım bir fotoğrafçı 100 kilo ağırlığındaki fotoğraf makinesini da yanına alarak Sugar Loaf’un tepesine çıkmış ve o muhteşem görüntüyü fotoğraflamış. Yıllar sonra 1912 yılında ise bu güzel görüntüyü herkesin de görebilmesi için buraya bir teleferik inşa edilmiş. Hatta Roger Moore ‘un James Bond olduğu filmlerden biri burada çekilmiş. Sugar loaf aynı zamanda kaya tırmanışı yapanların da gözde yerlerinden biriymiş. Ancak kayanın içi granit ve quarztan yapılmış olması sebebiyle buradaki tırmanış lar özel aletler gerektiriyormuş.
Rio de Janerio’daki ilk günümde, Falavel diye adlandırılan geto mahallesine görmeye gittim. Burada düzenli bir yapılaşma yok. Bildiğiniz gecekondu mahallesini aklınıza getirin. İşte öyle bir yerdi burası.  Evler dağın eteklerinde inşa edilmiş. Ev yapabilmek adına bir sürü ağaç katledildiğinden şiddetli yağmurlar olduğunda yer kayması ya da çökme tehlikesi yaşanabiliyormuş. Bu bölgede yaşayanların çoğu kaçak elektrik kullanmayı tercih ediyormuş. Rehberin söylediğine göre burada yaşanlar ne kadar fakir gibi görünseler de kimsenin yapmak istemediği işleri yaparak zenginleşen birçok kişi varmış. En çokta yeniden dönüşüm projeleri enteresan. Plastik su şişelerini toplayarak dönüşüm sürecine tabii tutuyorlarmış. Ve bunları kot üreticilerine satıyorlarmış.  Kısaca giydiğiniz kot pantolonlarının içinde plastik şişelerin artıkları yer alıyor bilginiz olsun!
Aslında Falavel, bir yıl öncesine kadar burası uyuşturucu lordlarının yaşadığı yerlerden biriymiş. Polis başta olmak üzere kolay kolay kimse buraya giremezmiş. 27 yaşındaki uyuşturucu lordu bir sene önce yakalanmış ve böylece Brezilya’daki uyuşturucu çetesi çökertilmiş. Artık çocuklar uyuşturucu satmak yerine resim yaparak ya da diğer işlerde çalışarak geçimlerini sağlıyorlarmış. Falavel gezimizi tamamladıktan sonra rehber tura katılanları tekrar oteline teslim etti. Bende günümün öğleden sonraki bölümünde sanatçıların yaşadığı Santa Teresa bölgesine gittim. Santa Teresa’da eski evlerin, minik dükkânların bir bölge. Biraz gezindikten sonra güzel bir cafe’de oturup kahvemi içip bir şeyler atıştırdım. Cafe çıkışında da küçük dükkânları gezdim. Çok güzel şeyler satıyorlardı. Yolculuğumun başında olduğum için alışveriş yapamazdım.
Bu arada saat farkı zorluyordu. Akşam saat 20.00 gibi uyumaya çalıştım. Çalıştım diyorum kaldığım hostelin çoğunluğu genç olduğundan pop müzik, shaker (içki yapma aleti)  sesleri uyumamı engelleyecek diye düşünüyordum ki sızmışım.  Ertesi sabah erkenden kalkıverdim. Duşumu aldıktan sonra kahvaltımı yaptım. Buradaki hostelin kahvesi muhteşemdi.
Bugünkü programım meşhur İsa heykelini görmek vardı. Resepsiyondaki çocuktan Cosmo Velho’ya hangi otobüsün gittiğini öğrendikten sonra yola koyuldum. Rio de Janerio’da otobüs ağı çok genişti. Çok beklemenize gerek kalmadan sizi gideceğiniz yere götürüyor, hem de çok ucuz. Aslında taksilerde çok pahalı değil. Ama Rio için beni o kadar çok korkuttular ki otobüslere binmeyi tercih ettim. Otobüsün içinde hala bilet kesen insanlar vardı. Geldiğimden beri gördüklerimden dolayı Brezilya’nın bizim 10 yıl önceki halimiz olduğunu söyleyebilirim. Cosmo Velho’ya geldiğimde bilet almak için gişeye yaklaştığımda gişedeki kız sis sebebiyle İsa heykelini göremeyeceğimiz haberini verdi. Rio de Janerio’ya gel ve o meşhur İsa heykelini görme. Olacak şey değildi!! Ne yapabileceğime karar vermeye çalışırken yarı değerli taş satan Maria isimli bir bayan yanıma geldi. Ve hangi ülkeden olduğumu sordu. Türkiye deyince, çok hoşuna gitti. Çünkü yarı değerli taş işinde tanıdığı birçok türk varmış. İstersem yarı değerli taşların yapıldığı yere beni götürebileceğini söyledi. Ben ise onun da bildiği gibi Türkiye’de yarı değerli taşların satıldığını söyleyerek teklifini nazikçe ret ettim. Sonra kolumdan çekerek heykelin aşağıdan görüldüğü yere götürdü. Tam tepeye bakıyordum ki birden sis açıldı ve İsa heykeli görünür hale geldi. Allaha şükür gitmeden onu görebilmiştim. Bu mucizevî işareti dikkate alarak hemen biletimi aldım.  Önce trenle yukarıya çıktık. Tren durduktan sonra ikinci etap olan asansöre biniyorsunuz ve asansörden inip köşeyi döndüğünüzde görkemli İsa heykeli tam karşınızda. Ancak bu sefer İsa sanki showa çıkmış gibi etrafında yoğun bir sis vardı. Sisin olmadığı bir havada eminim İsa daha muhteşem görünürdü.
Hayallerimdeki İsa heykelini gördükten sonra Botanik bahçesine doğru yol aldım. Sri Lanka’da gördüğüm botanik bahçesine göre buradaki daha ufaktı.  Ancak verilen hizmet daha güzeldi. Botanik bahçesi içinde yürümek yerine 12 kişilik golf arabasıyla sizi gezdiriyorlardı. Gezi sırasında orkidelerle ilgili enteresan bir şey öğrendim. Eski bir efsaneye göre cadılar sevgiyi, aşkı ortaya çıkartmak için taze orkideleri, şehveti ortaya çıkartmak için ise kuru orkideleri kullanırlarmış. Okide’nin böyle bir mahareti olduğunu biliyor muydunuz?
Orkideler ayrıca yiyecek sektöründe vanilya ve salep yapımında kullanılıyormuş. Salep hem afrodizyak hem de diarreye iyi geliyormuş. Golf arabasıyla tüm Botanik bahçesini gezdikten sonra botanik bahçesinin cafesinde oturup kahvemi içtim. Botanik bahçesindeki gezimden sonra bugünkü son durağım olan Sugar loaf’a gittim. Sugar Loaf çok etkileyiciydi. Genelde akşam güneş batarken gelinen bir yermiş ama malum yağmur ve sis dolayısıyla güneşin batışından önce gittim. Sugar Loaf’dan sonra tekrar otele döndüm. Akşam yemeğimi ise Santa teresa’daki bir  restaurantta yedim. Dönüş yolunda ise Escadaria Salerian’dan uğradıktan sonra otele gittim. Escadaria Salerian 60 ülkeden alınmış 2000 adet seramikten yapılmış bir merdiven. Türkiye’den gelmiş bir seramik dahi var.

Rio’daki son günümde planım İpenama ile Copacabana plajını görmekti. Ancak dışarıda yağmur yağıyordu. Yağmura rağmen İpenama ve Copacabana plajını görmeye gittim. Kumsallar bomboştu. Birkaç sörfçü, veloybolcu ve koşanlar dışında kimse yoktu. Önce İpanema sonra 4,5 km lik Copacabana’da yürüdüm. Daha bir sürü zamanım vardı. Iguazu’ya gidecek uçağım sabaha karşı saat 2.50 de kalkacaktı. Bu sebeple Centro denilen finans sektörünün bulunduğu bölgeye gittim. Burası müzelerin, kiliselerin ve iş dünyasının olduğu yerdi. Burayı da dolaştıktan sonra burada en fazla gittiğim Santa Teresa’ya gidip öğlen yemeğimi yedim. Ve dönüp Rio günlerimi yazmaya başladım. Akşam geç vakit Iguazu Şelalerine gidecek olan uçağa bineceğim. İnşallah hava daha güzel olur.

Şimdilik Hoşçakalın

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder