22 Ocak 2013 Salı

Belize Şehri

Panama’dan EL Salvador aktarmalı uçak ile Belize şehrine vardım. Belize havaalanında 20 sene önceki uygulamalar yapılıyordu. Neyse ki kısa sürede gümrükten geçiverdim.  Havaalanından çıktıktan sonra Belize city’de kalacağım otelin şoförün beni bekliyordu. Şoför İngilizce konuşuyordu. Sonunda birileri ile birkaç laf edebilecektim. Geçmişte burası İngiliz kolonisi olduğundan buradaki herkes İngilizce konuşuyordu. 20 dakikalık araba yolculuğundan sonra Ret Hut Inn Guest House’a vardım.  Odama yerleştikten sonra burada neler yapabileceğim konusunda bilgi almak için resepsiyona gittim. Herkes buradaki hayvanat bahçesinin güzelliğinden bahsediyordu ama orayı görmek istediğimden emin değildim. Tke görmek istediğim Mayan Ruinleri ve kumsaldı. San Blas adasındaki New Zealandlı çiftin önerdiği adaya gidebilirdim. Çünkü Belize şehri içinde güzel kumsal yoktu. Ve resepsiyondaki bayan Julia ile buradaki iki günümü planladık. İlk gün Mayan ruin ve hayvanat bahçesini gezecektim. İkinci günümde ise Caya Caulker adasına gidecektim.
Beni Mayan ruin’e götürecek olan tur rehberi kaldığım otelde yaşıyordu. İsmi Trisha idi. Trisha 67 yaşında İngiliz bir bayandı. Benim gibi ikinci hayatını yaşıyordu. Uzun yıllar bankaların network tasarımı işinde çalışmış. İşi dolayısıyla bol bol seyahat etmişti. Günün birinde yaptığı işi yapmamaya karar verdikten sonra California’da 2 sene film yapmak üzere üniversiteye devam etmiş, 5 sene Amerika’da film endüstrisinde çalıştıktan sonra sonrasında ise Belize’de yaşamaya başlamış. Şimdi 5 senedir Belize’de yaşıyormuş. Yazmış olduğu birkaç kitabı dahi varmış.
Trisha ile Mayan ruin’e gitmek için sabah 8.00da buluşmak üzere sözleştik. Sabah saat 8.00’da Mayan ruinlerin olduğu Altun Ha’ya doğru yola çıktık. Bir önceki akşam sürekli yağmur yağdığından Trisha botlarımı da yanıma almam konusunda uyarıda bulundu. 
 45 dakika sonra Altun Ha’daydık. Giriş biletimizi aldıktan sonra Mayan Ruin’lerinin kapısından içeriye girdik. Belize, geçmişte Guatamala’ya aitmiş. İngilizler belli bir süreliğine bu toprakları Guatamala’dan kiralamışlar. Sonrasında ise iade etmek istememişler. 1981 yılında Belize bağımsızlığını ilan etmiş. Belize 290 km uzunluğunda 110 km genişliğinde bir ülke. Gelirini tarım ve turizmden elde ediyormuş. 2006 yılında çok az miktarda olsa petrol bulunmuş.
Mayalar bu bölgede m.ö. 250-900 yıllarında yaşamışlar. Temple of the Sun M.Ö 125 yılında inşa edilmeye başlanmış. Yüksekliği 16 m.13 ayrı bölümden oluşuyormuş. 13bölüm hem yer altı dünyasını hem de yukarısını sembolize ediyormuş. Tapınağın üzerinde ise şu an bozulmuş daha iyi olsa güneş tanrısının surat figürleri yer alıyordu. Her figürde güneş tanrısının bakışları farklı bir duyguyu anlatıyordu. Güneş tanrısı figürü hem insan hem de bir jaguarın özelliklerini taşımaktaymış. Bir saatlik bir geziden sonra Mayan Ruinleri tamamını gezdik. Ve Belize zoo’ya gitmek üzere tekrardan yola koyulduk. Yolda Belize yemekleri yapan güzel bir restaurantta yemeğimizi yedik.
Bir saat süren araba yolculuğundan sonra Belize hayvanat bahçesindeydik. Kapıda Belize hayvanat bahçesi için “dünyanın en küçük ama en güzel hayvanat bahçesi” olduğuna dair yazı asılmıştı. Hayvanat bahçesi ormanlık alan içinde kurulmuştu. Tel örgüler ise koruma amaçlı yerleştirilmişti. Buradaki hayvanların çoğu ya ormanda yaralanmış ya da bakıma muhtaç olan hayvanlarmış. Örneğin 4 toucan yavru kuşlar bir ormanda anne ve babası tarafından ayrı olarak görülmüş. Bu 4 yavru toucan’ı burada korumaya almışlar. Hayvanat bahçesinin en önemli hayvanı ise jaguarmış. Bir siyah bir de beyaz renkte iki farklı jauguarları var.
 Jaguar dışında geyik, kartal, maymun, tavuk,  timsah, papağan, meşhur dağ ineği tapir ve leylekler, yer alıyordu. Bir saat süren hayvanat bahçesi gezimizden sonra bugünkü turumuz tamamlanmıştı. 
 Trisha ile otele döndük.  Güçlü bir yağmur başlamıştı. Çok şanslıydık gezimiz bittikten sonra başlamıştı.
Otele döndüğümüzde kahvemi içip biraz internette dolandım. Yarın buranın güzel olduğu söylenen adalarından birine gidiyorum
Sevgiler
Caya Caulker Adası
Belize şehrinde güzel kumsallara gitmek istiyorsanız Caya Caulker, San pedro gibi adalara gitmeniz gerekiyor. Bu yüzden bugün Caya Caulker adasına gitmeye karar verdim. Sabah kalktığımda hava biraz limoniydi. Yapacak bir şey yoktu. Yaz yağmurları çabuk geçerdi. Sabah saat 9.00 teknesi ile Caya Caulker’e gittim. Caya Caulker’e ulaştığımda önce etrafı şöyle bir dolaştım. Sabahtan 3 saatlik Hol-Chan Marina Park gezisi vardı. İlk etabında köpek balığı ve vatozla birlikte ikinci ve üçüncü etabında mercan bahçesinde snorkel gezisine yazıldım. Bu gezi toplam 3 saat sürecekti. Ohio’dan buraya tatil yapmak üzere gelmiş Amerikalı bir çift daha bu tura katılmıştı.
Kaptan Mario ile birlikte gezimize başladık. Adanın biraz açıklarına çıktığımızda denizin derinliği tekrar 3-4 metrelere gelmişti. Burası Hol-Can parkıydı ve koruma altına alınmıştı. V ben buraya benzer bir yeri iki sene önce birkaç kez rüyamda görmüştüm. Rüyamda suyun rengi biraz daha koyu renkteydi.  Rüyamda bu su uyun üzerinde uçuyordum. Şimdi ise içine girecektim.
Turkuaz renginde suyun altında vatozlar görünmeye başlamıştı. Arkasından da köpek balıkları.  Biraz! Ürkmedim yalan olur. Önce Mario denize girdi ve köpek balıklarının bu saatte karınlarının tok olduğunu söyledi. Mario yapabiliyor ise ben de yapabilirim diye düşündüm ve şnorkelimi alıp suya atladım. Doğruca Mario’nun yanına gittim tabii. Tek başıma yüzecek kadar cesaretli değildim. Hakkikaten de köpek balıklarının umurumda bile değildik.
Onlar kendi halinde yürüyorlardı. Denizin içinde kocaman deniz kabukları vardı. Mario bu deniz kabuklarını alıp teknedeki yardımcısına veriyor. Tam bunları bize hediye olarak verecekler herhalde diye düşünürken yardımcısının kabukları tekrar denizin içine attığını gördüm. Kabuklar denize atıldıkça vatoz ve köpek balıklarının sayısı da artıyordu. 
Mario, vatozları ve köpek balıklarına dokunmaya başladı. Ben de Mario’nın dokunduklarına dokunuyordum. Tehlikeli vatoza dokunmak, köpek balığının kuyruğunu okşamak benim için çok enteresan bir deneyim olmuştu. 45 dakikalık yüzmeden sonra tekneye geri çıktık.  Tekneye çıktığımızda Mario bize ananas ikram etti. Ananasın tadı muhteşemdi.
Şimdi ikinci durağımız mercan bahçesiydi.  Burası da muhteşemdi. Sanki akvaryumda gibiydiniz. Sarı, mavi, turuncu, yeşil rengârenk bir sürü büyük balık vardı. Burada yarım saat kadar kaldıktan sonra son durağımız olan başka bir mercan bahçesine gittik.  Burada deniz diğerine göre daha akıntılı ve sığdı. Mercanlara yaklaştıkça akıntı sizi geri itiyordu.
Muhteşem bir 2,5 saatlik yüzmeden sonra tekrar adaya geri döndük.  Amerikalı dostlarım ve kaptan Mario ile vedalaştıktan sonra rıhtıma en yakın olan bir cafede bir şeyler yiyip kahvemi içtim. Kahvemi içtikten sonra adanın diğer taraflarını da keşfettim. Tekrar rıhtıma döndüğümde Belize’ye dönüş teknesinin kalkmasına yarım saat vardı. Bir saatlik tekne yolculuğundan sonra tekrar Belize’deydim. Kaldığım otelin şoförü beni rıhtımda beni bekliyordu. Beni Cancun’a götürecek otobüsün kalkacağı terminale bıraktı.
Otobüs terminalinde beklerken oradakiler bugün akşam Cancun’a gidecek olan otobüsün iptal edileceğini söylüyordu. Söyleyenler taksi şoförleri olduğundan doğru söyleyip söylemediklerini kestiremiyordum. Benim gibi birkaç turist daha geldi. Hepsi de benim gibi taksi şoförlerinden şüpheleniyorlardı. Bizi Mexico sınırına bırakmayı teklif ediyorlardı. Sınırdan sonra rahatlıkla Cancun’a gidecek otobüs bulabileceğimizi söylediler. Bunun üzerine birkaç turist şehrin içindeki otobüs şirketine gittik. Otobüs şirketi otobüsün bu akşam geç kalkacağını söylüyordu. Ancak otobüste yer kalmamıştı. Bunun üzerine otobüs terminaline döndük ve taksi yerine oradaki normal şehirlerarası otobüs ile sınıra en yakın Belize şehrine gitmeye karar verdik. Üç saat sonra Belize ve Mexico arasındaki snır şehrine vardık. Buradan sonra Mexico’ya taksi ile geçiş yapılıyordu. Benimle birlikte olan Amerikalı çift sınırı geçtikten sonra Mexico şehrinde o gece kalmaya karar verdiler. Ben ise otobüs terminaline gidip Cancun’a gidecek en yakın otobüse binmekte kararlıydım.  Sınırdan sorunsuz bir şekilde geçtik. Taksi bizi otobüs terminaline bıraktı.  Cancun’a en yakın otobüs terminalinden abaha karşı saat gece 12.30 deydi ve sabah 7.00 da Cancun’da olacaktı. Hemen bilet satın alıp otobüsün gelmesini bekledim.  İki saatlik bekleyişten sonra Cancun otobüsüne binebildim.
Sonunda Cancun’a ulaşmıştım. Şükürler olsun!
Sevgiler

Panama Kanalı

Ekvator’dan Panama’ya gelirken koskocaman uçakta sadece 10 kişiydik. Zorlu olduğu söylenen Panama Gümrüğünden hiçbir şey sorulmadan hızlıca geçivermiştim. Bavulumu teslim aldıktan sonra şehre nasıl gidebileceğim konusunda bilgi almak için turist bilgilendirme ofisine uğradım. Havaalanından şehre inecek otobüs yoktu ama paylaşımlı taksi uygulaması vardı. Bunun için “ collectivo taksi” bölümüne gitmem gerekiyordu. Arjantinli bir çocuk ile taksiyi paylaşarak Panama’nın merkezine doğru hareket ettim. Taksi şoförü çok iyi İngilizce biliyordu. Panama’da neler yapabileceğimiz konusunda bir sürü bilgi verdi.  Taksi şoförü önce onu sonra da beni otelime bıraktı. Check in yaptırdıktan sonra her zamanki gibi şehir turu alternatiflerini araştırdım. Yarım günlük özel bir şehir turu ayarladım.  Ancak ufak bir aksilik vardı. Bana şehri gezdirecek şoförün İngilizcesi çok zayıftı.  Yapacak bir şey yoktu. Artık araca binmiştim. Gezdiğim yerlerle ilgili sorum olur ise sonradan Guru Google’a başvururum diye düşündüm.  
Yolda biraz ilerledikten sonra taksi şoförünün sürekli telefonundan mesaj gönderdiğini fark ettim. Neden acaba diye düşünürken bir de baktım ki bana anlatmak istediği şeyleri İspanyolcadan İngilizceyi çeviriyordu.
Önce eskiden Panama halkının yaşadığı Koloni bölgesine gittik. Koloni Bölgesinde Plaza Herrera, Iglesia De La Merced, Iglesia Kathedral, İglesia Santo Domingo, Plazade la Independencia yı gördük. Burası Panama’nın en güzel yerlerinden biriydi. Buradaki evlerin restorasyon yapılmış olanları çok güzeldi. Restore edilmemiş evlerin önünde ise Latin müziği dinleyen panama halkına rastlıyordunuz.
Koloni bölgesinden sonra Amador adasına uğradık. Ve böylece Panama’nın etrafından bir sürü ada olduğunu öğrenmiş oldum. Bu adalar arasından Bocas Del Torro ve San Blas  ada grupları Karayip adası olarak biliniyordu. San Blas’ın hikâyesi bayağı enteresandı. Panama’da Amerikalılar varken buranın yerli halkı olan Kuna Yala’lılar tamamen bağımsızlıklarını ilan etmek istemişler. Amerikalılar da sorun çıkmasın diye bu talebi kabul etmişler ve böylece Kuna Yala halkı 200 km alan içinde birçok irili ufaklı adanın sahibi olmuş. Söylenenlere göre Kuna Yala halkı adalara gelen turist sayısını kısıtlı tutuyormuş.  Ve tabii ki San blas adasına gitmeye karar verdim. Hem hikâyesi enteresandı, hem de Bocas Del Torro kadar turistik değildi. Otele döndüğümde gerekli araştırmaları yapmaya karar vererek şehir turuna odaklandım. Amador adasından sonra nihai noktamız olan Panama Kanalına doğru yola koyulduk.
Kanalın yapımına 1908 yılında başlanmış 1912 yılında da bitmiş.  Pasifik ile Atlantik okyanusu arasında 80 km’lik bir geçit oluşturabilmek adına 60 milyon ton dinamit kullanılmış. 10 sene boyunca gerçekleşen panama kanalı yapım süreci; cesaret, kararlılık, ruh, fedakârlık, azim örneği olarak gösteriliyormuş.  Kanalın inşası sırasında Mısır’daki 63 piramide denk malzeme kullanılmış. Doğal hayata zarar vermemek adına yapım öncesinde tüm canlılar ve nadir türdeki bitkiler var olabilecekleri yerlere taşınmışlar. Her yıl 14000 kadar gemi Panama kanalından geçiyormuş. Kanalın uzunluğu 80 km imiş. Kanal 40 farklı duvardan yapılmış. Her duvarın ağırlığı ise 70 tonmuş. Bu da 300 adet filin ağırlığına denk geliyormuş. Özellikle pasifik okyanusu tarafından gelen akıntılar ancak bu şekilde bertaraf edilmiş. Her yıl Haziran ve Eylül ayında balinalar güneyden doğuya geçiş yaparlarken Panama kanalından geçiyorlarmış. Buraya gelmelerinin sebebi bebeklerini temmuz ve ağustos ayında sıcak sularda doğurmak ve onlara okyanusta nasıl var olabileceklerini öğretmekmiş.   
Önce kanaldan geçiş yapacak olan gemiyi seyretmek üzere en üst kata çıktım. Kanaldan gemi geçişini izlemek enteresandı. Tabii bir de ben oradayken Ciner’in Atilla isimli gemisinin geçmeye başlaması başka bir enteresanlıktı.  Gemi geçişinden sonra buradaki müzeyi gezdim. Müzeyi dolaşırken kulağıma Türkçe konuşma sesleri geldi. Dikkatimi sesin geldiği yöne çevirdiğimde bir Türk bir çiftin de panama kanalını ziyaret ettiklerini gördüm. Çocuk iki senedir Panama bir şirkette çalışıyordu. Eşi ise 4 ay önce Panama’ya gelmişti. Türk çiften ayrıldıktan 10 dakikalık panama kanalı animasyon filmini seyrettim. Panama kanalının tam kapasiteli olarak gezmiştim. Artık otele dönme zamanı gelmişti. Otele döner dönmez San Blas adası gezisini ayarlamak için resepsiyona uğradım.  
Bugün 31 Aralıktı ve hiç bir tur şirketi yanıt vermiyordu. Ertesi gün denemek üzere odama çıktım. Odama çıkıp duş aldıktan sonra 31 Aralık akşam yemeğimi yemek üzerine Koloni bölgesine gittim. Türkiye’de yeni yıl kutlamalarının başlamasına on beş dakika burası için ise 7 saat vardı.
Koloni bölgesinde meydandaki İtalyan restaurantına giderek kendime müzik eşliğinde güzel bir yılbaşı yemeği ısmarladım. Yemek çok lezzetliydi. Gitmeden önce bir kere daha buraya gelmek iyi bir fikir olabilirdi. Yemekten sonra taksi ile otele döndüm. Ve böylece yılbaşına Panama’da girmiş oldum.
Hoş geldin 2013, Hoşcakal 2012
Yeni yılın ilk günü
Yeni yılın ilk gününde otelde kahvaltımı ederek güne başladım. Bugün Colon adasına ziyaret etmeyi planlıyorum.  Bunun için de resepsiyondaki kadına Colon’a nasıl gidebileceğimi sordum. Colon’a gidecek olan otobüsler Albrook otobüs istasyonundan kalkıyordu. Resepsiyondaki kadın Kolon yerine Kolon’a yarım saat uzaklıktaki Portebollo’ya gitmemi tavsiye etti. Nedense içimden oraya gitmek gelmiyordu. Yine de taksi ile Albrook otobüs istasyonuna gittim ve beni Colon’a götürecek otobüse bindim. Bir saat on beş dakikalık bir yolculuktan sonra Colon’a gelmiştim. Otobüs muavini Portebolla’ya gidecek olan otobüslerin kalkacağı yeri gösterdi. Burada bir sürü insan otobüs bekliyordu. On beş dakika kadar bekledikten sonra rengârenk Portebollo otobüsü geldi. Ancak içi yarıya kadar doluydu. Portebollo’ya gitmem isteyen bir sürü insan vardı. Neyse ne yapalım diyerek diğerleri gibi otobüse binmeye çalıştım. Tabii sıra diye bir şey yoktu. Herkes birbirine üstüne çıkarak otobüse binmeye çalışıyordu. İçlerinden birisi “heyy kadınlara öncelik verin” dedi. İnanılmaz bir şekilde adamın söylediği doğrultusunda bayanlara yol vermeye başladılar.  Tam sıra bana geliyordu ki tekrar karmaşa başladı. Eski günlerim de olsa ne yapar yapar o otobüse binerdim. Ama geri çekildim. Bu sıcakta diğer insanlarla sıkış tepiş gitmek istemiyordum. Bir sonrakine binerim diye düşündüm. Aradan yarım saat geçti bir sonraki otobüsten eser yoktu. İçimden bir ses bırak “bu karmaşayı bırak ve sakin sakin o çok sevdiğin Koloni Bölgesine’a git” diyordu.  Beş on dakika daha içimden gelen sesi dinledikten sonra yolun karşı kıyısına geçip Colon otobüs terminalindeki otobüse bindim. Otobüs terminaline yakın bir bölgede otobüs durdu. Anladığım kadarıyla son duraktı. Benimle birlikte inen çocuğa terminalin nerede olduğunu sordum. Bana otobüsün yerini gösterebileceğini söyledi ama otobüs şoförü ikimize de otobüsten inmemizi söyleyerek bizi otobüs terminaline bıraktı. Dönüş yolunda her şey tıkır tıkır işlemişti. Demek ki gitmemem hayırlı olmuştu.  Bir saat on beş dakikalık yolculuktan sonra yeniden Albrook otobüs istasyonundaydım ve hemen bir taksiye atlayarak koloni bölgesine gittim.
Burası günlük güneşlikti ve sakindi. İçimden “Oohh tam da yeni yıl gününde bulunmak istediğim yer “diye düşünerek oradaki bir restauranta gidip akşamüstü yemeğimi yedim. Otele geri döndüğümde ertesi gün için San Blas adası gezisini organize ettim. Acente ertesi gün sabah erkenden saat 5.00’da beni otelden alacaktı.  
KunaYala’ların San Blas Adası.
San Blas, Karayip ada gruplarından biri. Burası özel bir yer aslında. Buradaki tüm adaları başta da yazdığım gibi Kuna Yala’lar diye isimlendirdikleri yerli bir grup yönetiyormuş. Kuna Yalalılar, Panama içinde ayrı bir cumhuriyet kurmuşlar. 200 km içerisinde bir grup adanın olduğu bir cumhuriyet. Ayrı gümrükleri var. Sekiz yıl öncesine kadar buraya geliş yolu yokmuş. Adanın yerlileri yürüyerek ya da uçakla adaya ulaşabiliyorlarmış. Buradayken Kuna Yala’lıların basit evlerinde misafir oluyorsunuz. Size sabah, öğlen akşam yemeği veriyorlar. Tuvaletinizi doğaya yapıyorsunuz. Banyo almak söz konusu olduğunda ise dökme su kullanılıyor.  Kısaca tamamen doğa ile başbaşasınız.
Ertesi gün sabah saat 5.00 gibi resepsiyona indim. Bavulumu otele bıraktım. Çünkü Panama’daki son gecemde tekrar bu otelde kalacaktım. Saat 5.30 oldu, beni almaya kimse gelmemişti. Herhalde beni unuttular diye düşünerek otel odamın anahtarını resepsiyondan alıp tekrar odama çıktım.O daya çıktıktan on beş dakika sonra odanın telefonu çaldı. Beni alacak şoför yola bir aksilik olduğundan geç gelmişti. Benden sonra iki yere daha uğradık. Toplam altı kişi San Blas Adasına doğru yola çıktık. Bir saat kadar gittikten sonra şoför yol üzerindeki marketten su v.s.alışverişi yapmamızı istedi. Çünkü adada bu tür şeyler çok pahalıydı.
Bir saat daha ilerledikten sonra Kuna Yala sınırındaydık. Kuna Yala cumhuriyetine giriş için 6 usd ödememiz gerekiyordu. Ödemeyi yaptıktan sonra bu sefer pasaport kontrolünden geçtik. Bundan sonraki yolda dik inişler ve dik çıkışlar vardı. Yağmur ormanlarının arasından ilerleyerek sahile geldik. Sahile geldiğimizde Kuna Yala yerlisi bir geceliğine onun evinde misafiri olacağım bilgisini verdi. Tekneyle benim adamın evinin olduğu adaya gittik. Bu adada birbirine yapışıp bir sürü kabin şeklinde evler vardı. Kuna Yalalı halk bu adaya benzer birkaç adada yaşıyordu. O güzelim Karayip adalarında ise bizleri ağırlıyorlardı. Adaya çıktığımızda benim odamı gösterdi. Sonra gideceğimiz adada kalacak olan İspanyol çift ile birlikte tekneye binip denize gireceğimiz adaya gittik.
Bu adada Kuna Yala’lılar haricinde 16 kişiydik. Güzel bir adaydı.  Önce adanın etrafında bir yürüyüş yapıp fotoğraf çekmece yaptım. Sonra da o güzelim ince sarı kumlarda uzandım. Adada ağaçlara bağlanmış hamaklar vardı. Gölgede biraz güneşlendikten sonra boru sesi duydum. Bu ses öğlen yemeğinin hazır olduğuna işaret ediyordu. Adanın çeşitli bölümlerinde oturan misafirler bir sofrada toplandık. Öğlen yemeğimiz tavuk, pilav, mercimek ve salataydı. Yemek sırasında adaya birlikte geldiğim İspanyol çift ile sohbet ettim.  Bu adada 2 gün kaldıktan sonra Bocas Del Toro adasına geçeceklerdi. Öğlen yemeğinden sonra biraz daha hamaklarda keyif yaptım.  Yarım saat kadar uyumuşum. Sonra tekrar denize girip şnorkel yaptım.
Akşamüstüne doğru adadaki misafirlerden bir bey akşam kalacağımız adaya bu gece biraz daha geç gitsek benim için mahsuru olup olmadığını sordu. Bolivia’da yaşayan alman ailenin bu gece son gecesiymiş ve kutlama yapmayı planlıyorlarmış. İçimden deli misin geceyi burada bile geçirebilirim diyorken herhangi bir problem olmayacağını söyledim. Alman aile 11 gündür bu adada tatil yapıyormuş. 11 gün, ada çok güzel olabilir ama dökme suyla banyo tuvalet doğa içinde sanırım ben bu kadar uzun süre kalamam.
Güneşin okyanusun ufkunda batışını seyrettikten akşam yemeğimizi yemeye başladık. Akşam yemeğimiz ıstakoz ve yengeçti. Hem yemek yedik hem de sohbet ettik. Akşamki kutlama bilgisini veren adam İtalya’da yaşıyormuş ve bir üniversitede coğrafya hocalığı yapıyormuş. Ve 1980 yılından beri bu adaya geliyormuş.
Adanın sahibi olan Kuna Yala ailesi, alman ailenin şerefine buranın rumundan ikram ettiler. Bu sıcak havada rum, vücut ısımı daha da arttıracaktı. Hava soğuk olsa çok idealdi. Yerli halkı kırmamak adına bir şişe kapağı rumu içtim. Gitmeden önce sahilde ateş yakıldı ve ateşi seyrettik. Ve sonra küçük tekneye binip o gece evlerinde misafir kalacağım Kuna Yalalı ailenin evine gittim. Odam önceden hazırlanmıştı. İstersem banyo yapabileceğimi söylediler, dökme suyla banyo yapmak istemiyordum.  Nasılsa tuz bedene iyi geliyordu. Ertesi gün Panama’da kaldığım otele vardığımda güzel bir duş alabilirdim. Tuvalet evin dışında sahile yakın bir yerdeydi. Tahtadan yapılmış bir kulübe içinde klozet konulmuştu ama klozetin altında ise güzelim okyanus görünüyordu. O gece düşündüğümden daha rahat uyudum. Sabah saat 5.00 civarı kalk borusu çaldı ama bu boru bizden çok Kuna Yala halkı içindi. Çünkü sabah erkenden yeni misafirler adaya geliyordu. Sabah saat 7.00 gibi kalktım. Kahvaltımı ettikten sonra aile üyeleri ile vedalaşıp Panama’ya gitmek üzere yola çıktım. Önce küçük tekneyle sahile gittik sonra da arabayla Panama’ya kaldığım otel Centroamericano’ya doğru hareket ettik.  Otele vardığımız saat 12.30’du. Odama çıkar çıkmaz güzel bir duş aldım. Maillerime baktıktan sonra Panama’daki popüler yerim Koloni bölgesine gittim.  İlk gün gittiğim İtalyan restaurantında keyifle akşam yemeğimi yedim. Yemekten sonra etrafı son bir kez dolandıktan sonra otele döndüm. Ve böylece Panama maceramda sonlanmış oldu.
Yarın Belize’e doğru hareket edeceğim
Sevgiler


Ekvator’a Doğru Yol Alıyorum

Birazdan beni Peru’nun Ekvator’ a en yakın sınır şehri Tumbes’e götürecek otobüse bineceğim. Buralardan daha önce geçmiş olan sevgili dostum Javi Tumbes’nin Peru’dan Ekvator’a otobüs ile geçiş için uygun olduğunu söylemişti. Ama Trujillo’dayken oradakiler bunun tam aksini söylüyorlardı. Ve sanırım doğruyu söyleyen buradakilerdi. Tumbes’e vardığımda benim gibi Ekvator’a gidecek İspanyolca bilen bir yabancı turist arayışına girdim. Her zamanki gibi taksi şoförleri ısrarla onların müşterisi olmam için çaba sarf ediyorlardı. Etrafıma şöyle bir bakındığımda siyah saçlı beyaz tenli bir kız dikkatimi çekti. İngilizce bilip bilmediğini sordum. Allaha şükür İngilizce biliyordu.  Ailesi ile birlikte seyahat ediyordu. Peruluydular ancak Amerika’da Idaho’da yaşıyorlardı Ona Ekvatora nasıl gideceğim konusunda yol göstermesini talep ettim. İki farklı alternatif vardı. Bir tanesi CIFA otobüs şirketi ile Ekvator sınırına geliyordunuz. CIFA sizi beklemeden Ekvator’un büyük şehirlerinden olan Guayaguil’ e geçiyordu. Sınır işlerinizi tamamladıktan sonra Ekvator tarafında ikinci bir CIFA otobüsünü beklemek gerekiyordu.  Diğer alternatif ise buradaki taksilerden biri ile başka bir sınır kasabasına gitmekti.  Ailenin anne ve babasının da Ekvator’un sınır şehrine gideceklerini öğrendim.  Ancak Ekvator’a onlarla birlikte ulaştığımda sınır şehrine sadece bana yardım etmek için geldiklerini öğrenecektim. Allahın planı bu sefer de benimkinden üstün çıkmıştı.  Bu ayarlama karşısında “ Hamd olsun” demekten başka çarem yoktu. Sınır geçişleri en çok endişelendiğim anlardı ve evren sürekli olarak endişelerimin ne kadar yersiz olduğunu gösteriyor ben ise bir türlü akıllanmıyordum. 
Önce taksi ile Peru sınırına gittik. Sınır kapısı çok sakindi. Önce Peru’dan çıkışımı sonra da Ekvator’a girişimi onaylattırdım. İşte o an ailenin benim için buraya kadar geldiklerini anladığım andı. Onlara çok teşekkür ettiğimi söyledim Ailenin annesi ise Peru’nun çok turiste ihtiyacı olduğunu söyleyerek yaptığının çok normal olduğunu anlatmaya çalışıyordu.  Bunları söylediğinde gözleri yaşlanmıştı. Ellerini sıkıca tutup gözlerimle teşekkür ettim. Benim için de çok duygulu bir andı. Beni hiç tanımadıkları halde Peru’daki tatillerini yarıda bırakıp ta buraya kadar gelmişlerdi. Bütün olmak böyle bir şey olmalıydı.
Sınırdan geçtikten sonra Peru’lu aile beni yalnız bırakmadılar ve Quito’ya götürecek olan Pan Amerikan otobüs şirketinin olduğu yeri gösterdikten sonra birlikte yanımdaki 100 usd’lık banknotu bozdurmaya gittik. Ekvator’da hiç kimse 100 usd banknot kabul etmiyormuş. 100 usd’mı bozdurmak için gittiğimiz yer, güvenli olmadığı söylenen sınır kapısındaydı. Evet, burası söylenildiği gibi çok korkunçtu.  Para işimi de hallettikten sonra onlar da Peru’ya geri döndüler. Peru’lu aileyle aramızdaki dostluk kısa sürmüştü ama uzun yıllara bedel bir dostluk olmuştu.
Quito’ya gidecek olan otobüsün kalkmasına 2 saat vardı.  Ve bu yolculuk pek konforlu geçmeyecek gibiydi. Otobüs yolda 6-7 kez durduktan sonra sabaha karşı saat 3.00’da Quito’ya vardı. Ancak Ekvator’daki otel reservasyonum 29 Aralık tarihineydi. Allahtan Hotel Auedince reservasyonu bir gün önceye çekti ve bavulumdan sadece geceliğimi çıkartıp hemen uyuyuverdim

Unesco’nun Dünya Mirasları Listesindeki Başka bir Şehir  Quito
Bugün Quito’da ilk günüm. Quito şehri 1978 yılında Unesco dünya mirasları listesine alınmış. Şehrin her tarafından tarih fışkırıyor gibi.  Şehir volkanik dağlar ile çevrilmiş.  Bazıları ise yarı aktif durumda!
Buradaki ilk günümde kahvaltımı ettikten sonra gün içinde ziyaret edebileceğim yerleri belirlemek üzere resepsiyona uğradım. Otelin tanıtım kitapçığında yer alan Otavalo marketi ile şehir turuna katılmak istiyordum. Ancak yeni yıl tatili nedeni ile volkanik dağ gezisinden başka gezi yapılmıyordu. Anlaşılan şehir turunu tek başıma gerçekleştirecektim. Otavalo marketi görmek güzel olabilirdi. Nasılsa alışveriş yapmayı düşünmüyordum, Otavalo’dan vazgeçebilirdim.  Önce Iglases de La Compania de Jesus kilisesini ziyaret ettim.
Bu kilise 1605-1765 yılları arasında yapılmıştı. Sonra da
San Fransisco meydanı ile kiliseyi, Carondalet Sarayı, Quito’daki en geniş kathedral (Basilica), Plaza de Grande, El panecillo, Quito Kathedrali, kristal saray ve eski şehrin tamamını gezdikten sonra Panama uçak biletimin reservasyonunu yapabilmek için otele geri döndüm. 
 Resepsiyondaki çocuktan Tame uçak şirketinin şehrin kuzeyindeki bir alışveriş merkezinde açık olan ofisi olduğunu öğrendim. Ve hemen bir taksiye atlayıp oraya gittim. Alışveriş merkezi çok güzeldi. Tame ofisi de alışveriş merkezinin tam giriş katındaydı. Biletimi satın aldıktan sonra acenta görevlisi Panama’dan çıkış biletimin olup olmadığını sordu. Çünkü Panama’ya giriş yaptığınızda çıkış yaptığınıza dair belge istiyorlardı.  Panama’dan Nicaragua’ya otobüs ile gidecektim. Panama çıkış bileti olarak Cancun Boston uçak biletimi gösterebileceğimi düşündüm. Ama otele döndüğümde bu konuda internette araştırma yaptığımda Panama gümrüğünün illa Panama çıkış belgesi talep ettiğine dair bilgi gördüm. Yine bir sınır heyecanı da yaşamamak adına Nicaragua’ya gitme planından vazgeçip internetten Panama- Belize uçak biletini satın aldım.
Sıfır Noktasına doğru
Bugün Mutad del Mundo’ya gidiyorum. Önce metro otobüsü ile bir saat süren yolculuktan sonra Mutad del Mundao geldiğimi zannederken yarım saatlik başka bir  otobüs yolculuğu daha yapmam gerektiğini öğrendim. Mutad del Mund’a yakın olan durakta indikten sonra heyecanla yürümeye başladım.  Ve sonunda dünyanın sıfır noktasındaydım. Güneşin ışığını hem kuzey hem de güney tarafa eşit olarak gönderdiği noktadaydım. Bol bol fotoğraf çektim.
 İki saatlik Mutad del Mundo gezisinden sonra artık gitme zamanı gelmişti. Zira kendimi çok iyi hissetmiyordum. Quito’da gezilebilecek her yeri dün itibariyle tamamlamıştım. Sıcak bir çorba içip yatmak iyi olacaktı. Quito’ya vardığımda saat 4.30’du. Chile sokağındaki bir restaurantta sıcak bir çorba içtim. Otele gidip bavulumu toparladıktan sonra biraz maillerime baktım. Bedenimdeki sıcaklık eski haline dönmeye başlamıştı.  Demek ki çok uzun bir rahatsızlık değildi bu seferki.
Yarın yani 31 Aralık’ta Orta Amerika’nın ilk şehrine panama’ya ayak basacağım.
Ertesi gün erkenden kalkıp havaalanına doğru yola koyuldum. Check-in işlemlerini tamamladıktan sonra uçağa bindim. Bugünden sonra başka bir kıtaya adım atacağım. Central Amerika…
Uçakta sadece 10 kişiyiz. Sanki özel uçakta gidiyor gibiyim. Uçağımız havalandı. Gökyüzünden ekvatora giderken hala aktif olduğu söylenen Cotopoxi yanardağı bulutların arasında sıyrılmış tüm görkemi ile tam karşımda….
Hoşça kal Ekvator.

Bolivia’dan Peru’ya Geçiş

Bugün Bolivia’dan ayrılıyorum. Yeni bir kültüre Peru’ya ayak basacağım. Peru’ya geçmeden önce Bolivia sınır kasabası olan Copacabana’da bir iki saat bekleme yapılacakmış. Beklerken hem Titicaca’yı (Dünyanın yükseklerdeki en büyük gölü ) hem de Copapana’yı görmüş olacağım. Söylenenlere göre Copacabana ismi Rio De Janerio’daki Copacabana’dan önce buraya verilmiş. Bu sefer otobüste yanımda oturan bey İsviçreliydi. Türkiye hakkında çok şey biliyordu. İzmir’de yaşayan Türk bir dostu bile vardı. Güney Amerika şehirlerini çok sık ziyaret edermiş. En çok ta Bolivia’yı.
Bolivia, Peru sınır geçişi biraz detaylıydı.  Eksik olmasın, yanımda oturan İsviçreli otobüsün muavini bilgi verdikçe beni olup bitenden haberdar ediyordu. Sınır geçişlerinde olmadığım kadar endişelensem de her seferinde Allah yardım ediyor. Ama yine de akıllanmayıp endişelenmeye devam ediyorum. İçlerinden en enteresanı Peru Ekvator sınır geçişim oldu. (Detayları Ekvator ile ilgili yazımda)  
Bir saat süren otobüs yolculuğundan sonra San Pedro’ya vardık. San Pedro’dan motorlu teknelerle karşı kıyıya Tiquina köyüne geçtik. Bindiğimiz otobüs ise arabalı vapurla karşıya geçti. Tiguina köyünden sonra iki saat kadar daha yolumuza devam ettik. Ve sonunda Copacabana’daydık. Karşımızda Titicaca gölü tüm güzelliği ile öylece duruyordu.
Otobüsün muavini saat 13.30’da Peru tarafına geçeceğimiz bilgisini verdi. Benim saatime göre otobüsün kalkmasına 3 saat vardı. İsviçreli dostumdan ayrılıp Copacabana’yı keşfetmeye çıktım. Önce sahile gittim.
Sahilde bir sürü insan toplanmıştı. Ve çoğu eski Kızılderili kıyafetlerini giymişti. Kıyının göle bakan tarafında yerden yüksek bir platform yapmışlardı. Ve bu platformun üzerinde müzik aletleri vardı. Anlaşılan bugün özel bir gündü. Bir müddet sonra kızılderili dansları ederek şarkı söylediler.
Saat 1.00 civarı otobüs şirketinin olduğu yere doğru yürüdüm. Otobüsün kalkacağı yere geldiğimde beni bir sürpriz bekliyordu. Otobüs Peru’ya doğru yola çıkalı 45 dakika olmuştu. La Paz ile Copacabana arasında bir saatlik saat farkını dikkate almamıştım. Allahtan otobüs bileti satan kız İngilizce biliyordu. Saat 16.00 da başka bir otobüsün olduğu bilgisini verdi.  Ancak ekstra para vermem gerekiyordu. Bolivia’dan Peru’ya geçiyorum diye nakit paramın tümünü bitirmiştim. Uyuni’den beri ATM’den para çekemiyorum. Call centre’ı aradığımda herhangi bir sorun olmadığını söylemişlerdi. Ama yine de para çekememiştim. Cüzdanımı tekrar kontrol ettim. Hatırladığım kadarıyla 10 usd kadar bozuk para vardı. Ekstra ödeme için 10 usd kabul ettiler.  Ve böylece bilet değişikliği yapabildim. Sorun kalmamıştı. Ancak ATM’den para çekememe sorununa çare bulmam gerekiyordu.  Çünkü daha bir müddet daha Copacapana’daydım. Call centre’ı tekrar aramaya karar verdim. Bu sefer telefonuma yanıt veren görevli ATM şifremin kilitlenmiş olduğu bilgisini verdi ve hemen yeni bir şifre oluşturduk ve artık ATM’den para çekebiliyordum.
Aslında otobüsü kaçırmış olmam şansızlık olmamıştı. Buradaki kızılderili halk ile daha fazla zaman geçirme imkânım oldu. Tabii bir de 16. Yüzyıldan kalmam meşhur “Basilica of Our Lady of Copacabana “isimli kathedrali ziyaret ettim. Yarım saat kadar kathedralin güzel enerjisi içinde kalarak enerjimi dengeledim. Sonrasında ise Titicaca gölünün kıyısındaki festivale katıldım. Bu seferki otobüsü kaçırmamalıydım. Bu yüzden erkenden otobüs şirketinin bulunduğu yere gittim. Otobüs zamanında kalktı ve yirmi dakika sonra Peru tarafındaydım. Güneşin batışı ile turuncu renkteki gökyüzünü seyrederek Peru sınırından geçtim. Puna şehrinden geçtikten sonra sabah saat 4.30 gibi Cusco’ya vardım. Burada kalacağım otel check in saatini 7.00 olarak belirlemişti. Bir saat kadar otobüs terminalinde oyalandıktan sonra taksiye binip otelime gittim. Otel yeni yapılmıştı. Tek sorun ana merkezden biraz uzakta olmasıydı. Taksi ücretinin çok ucuz olduğunu öğrenince bu sorun tamamen ortadan kalkmış oldu. Bavulumu odama yerleştirip güzel bir sıcak duş alıp hemen şehir merkezine indim. Cusco’da gezmeyi planladığım yerler ziyaret edebilmek için bir tur şirketi ile anlaşma yapmam gerekiyordu.  Buraya gelmeden önce Peru’da yaşayan bir dostumdan güvenilir bir tur şirketine beni yönlendirmesini istemiştim.  Tur şirketi ile önceden her şeyi planlanmıştık. Ancak Bolivia’dayken tur şirketinden planda değişiklik olduğuna dair yaptığı bilgisini vermişti. 15 Aralık tarihinde doğal hayatı korumak adına yapılan yeni düzenleyemeye göre bölgede aynı anda bulunan kişi sayısında kısıtlama yapmışlardı.  İlk plan 4 gün boyunca Machu Picchu’ya tren ile çıkmak yerine inkalar gibi yürüyerek gitmek şeklindeydi. Yeni plana göre ise Inca jungle yapmayı düşünüyorlardı. Yorucu Bolivia seyahatinden sonra zorlu yürüyüşleri kaldıracak halde değildim. Bu yüzden bu tür şirketi ile yaptığım anlaşmayı iptal ettim.
Şehrin merkezine yani Plaza Des Arms’a indiğimde tur şirketleri henüz açılmamıştı. Anlaşılan Peru şehri halkı biraz ekâbirdi.  Sonunda meydanın köşesinde açık bir tane tur şirketi bulabildim.  Ve onunla Sacred Valey, şehir turu ve 2 gün bir gecelik Machi Pucchi turu için anlaşma yaptım.
Ve o günkü ilk turum Sacred Valey’e başlamadan önce yarım saat vaktim vardı. Neyse ki yarım saat içinde kahvaltı ile para çekme işini tamamlayıp Valey turuna yetiştim. Minibüste yanımda Peru’nun başkenti Lima’da yaşayan Alex oturuyordu. Alex, Lima’da tekstil işiyle uğraşıyordu. Bir de catering şirketine sahipti. 21 Aralık gününü Machu Picchu’de geçirmek için gelmişti. Bir saate yakın minibüs yolculuğundan sonra Sacred Valey’e vardık. Önce Sacred valeye şöyle bir tepeden baktık. Vadi içerisinde bir de inka kasabası vardı.
Bu kasabanın adı Pisac’tı. Bu köyün bir de büyük bir antik bir çarşısı vardı. Önce bu çarşıyı uğradık. Çarşı’da gümüşten takılar, el yapımı örtüler, şamanik ritüellerde kullanılan malzemeler vb gibi bir sürü şey satılıyordu. Yarım saatlik serbest zamanımız vardı. Ve ilk büyük alışverişimi yaptım. Nasılsa yolculuğumun ikinci aşamasına geçmişti. Artık bir şeyler satın almaya başlayabilirdim.  Duyum ve eşi için üzerinde maya motifleri olan gümüşten yapılmış iki güzel hediye aldım.
Çarşıdan sonra Inca Citadel isimli tarihi değeri bir siteyi gezdik. Bu sitede su kanalları, seramoni alanları, mezarlar bulunuyordu. Tam tepeden vadinin görünüşü ise enteresandı. Inca Citadeli gezdikten sonra 2870 m yükseklikteki Urubama’ya geldik.  Öğlen yemeğimizi Urubama’da yedikten sonra 2800 m yükseklikteki Ollantaytambo köyüne gittik.
Buradaki güneş tapınağını ve yerlilerin yerleşim alanlarını gezdik. Rehberimiz bu yerleşim alanındaki kayaların karşı dağdan insan gücüyle getirildiği söyledi. Karşıki dağda 4000 metrelerdeydi! Wow, o kadar yükseklikten içeriğinde demir alışımı olan kocaman sert kayaları buraya kadar getirmek büyük bir sadakat örneğiydi.
Son durağımız ise Chinchero’ydu. Artık hava kararmaya varmıştı.  Burası dağların tepesinde bir yerdi. Etrafta yer yer kara rastlayabiliyordunuz. Önce buradaki 1500 lü yıllardan kalma kiliseyi gezdik. Binanın yarısı inca döneminden kalan kayalardan yapılmıştı. Diğer yarısı da bildiğimiz tuğlalar ile desteklenmişti. 
 İspanyollar buraya geldiklerinde ilk iş olarak tapınakları yerle bir dip edip tapınakların original malzemeleriyle kendilerine kilise ve ev yapmışlardı.  Kiliseden sonra burada yaşayan halkın dokuma evlerini ziyaret ettik.  Ve bizlere dokuma işini A dan Z ye nasıl yaptıklarını gösterdiler. Ürünler gerçek “ hand made” idi.  Lama’lardan aldıkları kirlenmiş yününü önce özel doğal bir maddeyle yıkadılar. İnanılacak gibi değildi. Kirli bir lama yünü yumağı 30 saniye içinde bembeyaz olmuştu.   Yıkama işlemi bittikten sonra boyama işlemi başladı. Boyama işlemi de doğal olarak yapılıyordu. Örneğin kaktüsün üzerindeki bir mantarı bordo rengini elde etmek için kullanıyorlarmış. Süreci anlatan kadın aynı mantarı dudak boyası olarak ta kullandıklarında 24 saat süresince “french kiss” dahi yapsanız rengin n dudağınızdan kaybolmayacağı garantisini veriyordu. Boyama faslından sonra dokuma süreci başlıyordu. Aynı anda Lama yününü iplik haline getirip, boyayıp, dokuma işini yapabiliyorlardı.
Chinchero’dan sonra Cusco’ya geri dönmek üzere minibüsümüze bindik. Bu arada yoldan bir misafir de minibüsümüze bindi. Bu misaifir özel bir misafirdi. Davul, flüt ile geleneksel Kızılderili müziği yapıyordu.  45 dakikalık dönüş yolumuz onun sayesinde daha keyifli hale gelmişti. 
Cusco’ya vardığımızda yol arkadaşım Lima’lı Alex bir şeyler içmeyi teklif etti. Saatime baktım, saat 21.002 dı ve teklifini ret etmek zorundaydım. Bugün çok yorulmuştum. Otele gitmeden önce ertesi gün Machu Picchu turuna gideceğim tur şirketine uğradım ve tren saati, Agaua Calientes’te kalacağım otel vb gibi detayları konuştuk.  Ve sonra doğruca otele gidip güzel bir duş alıp yattım. Yarın Önemli gündü.
Machii Pucchu, the Lost City
Ertesi sabah 10.30’da Machi Pucchu’ye gidecek olan trenin kalktığı Ollantaytambo köyüne doğru minibüs ile yola çıktık. Bir buçuk saatlik yoldan sonra Quillabambadaydık.  Önce check in işlemini tamamladıktan sonra trene bindik. Buralara gelmeyi düşünenler için; Machu Picchu’ye gitmek için üç farklı tren alternatifi var. Bunlardan bir tanesi turist treni ki bu içlerinden en ucuz olanıymış. Diğeri ise Orient express treni. Bu trenin ücreti 350 dolarmış. Son alternatif ise Peru rail şirketi.  Perurail ise 100 dolara sizi Machu Picchu’e götürüp tekrar geri getiriyor.  Ben içlerinden Peru raili seçtim. Yaklaşık iki saat boyunca dağların arasından geçerek ilerledik. Sol taraftaileri seviyede rafting yapabileceğiniz bir nehir, sağ tarafımızda ise dağlar ve orman yer alıyordu. Agaus Calientes’e vardığımızda saat 14.00’dı. Tren istasyonunda beş on dakika bekledikten sonra beni otelime götürecek olan kişi geldi. Elindeki levhaya ismimi “EASY KAVUNGLU” şeklinde yazmıştı. Her zaman soyadım farklı bir şekle girerdi. Şise ismim farklı bir şekle bürünmüştü.  Easy!.
Agus Calientes köyü benim için şok olmuştu. Agus Caliente hayallerimdeki Agus Calientes’ten çok farklıydı. Düzensiz yapılaşma vardı. Buraya geldiğinizde Agus Calientes köyü yerine trenin kalktığı Ollantaytambo köyünde kalmanızı öneririm.  
Machı Puchi ilk olarak 1911 yılında Hiram Bingham tarafından bulunmuş. Hiram Bingham Machu Picchu’deki çalışmalarını yaparken burada bulduğu arkeolojik değeri olan parçaları incelemeleri için Yale üniversitesine göndermiş. Ancak Yale üniversitesi o gün bugündür o parçaları Peabody müzesinde saklıyormuş. Perular geri almak için girişimde bulunmuşlar olsalar da bu girişimi dikkate alan yoktu. Yapılan kazılardan Machu Picchu’nun önemli seremonilerin yapıldığı özel bir eğitim yeri olabileceği söyleniyor.
Agaus Caliente’de kalacağım otele vardığımda ertesi gün Machu Picchu’yi gezdirecek olan rehber beni otelde bekliyordu. Ertesi gün nasıl ve nerede buluşacağımız konusunda bilgi verdi. O gün öğleden sonra bir sürü vaktim vardı. Ve önce köyün içindeki çarşıda dolaştım. Akşam yemeğimi yedikten sonra tekrar otelime döndüm. Yarının gelmesini iple çekiyorum.

Sabah Machu Picchu’yi giden otobüslerden birine bindim. İsteyen bu yolu yürüyebiliyordu. Yokuş yukarı bir yol olduğu için bayağı zorlu bir yoldu. Bu yüzden otobüsle çıkmayı tercih ettim. Rehberle 7.45 de buluşacaktık ama ben bir an evvel yukarıya çıkmak istiyordum. Saat 6.30’da Machu Picchu topraklarına ayakbastım. Bu arada şiddetli bir yağmur yayıyordu. Şiddetli yağmur altında Machu Picchu gezisi enteresan olacağa benziyordu. Saat 8.00 gibi tüm grup toplandık ve 2 saatlik turumuz başladı. Beş dakikalık bir yürüyüşten sonra Machu Picchu karşımızdaydı. Bir dağın tepesinde bir inka sitesinin olacağını kim bilebilirdi ki. Kayaları taşıyarak evler, odalar, teraslar yapmışlardı. Rehberin söylediğine göre geçmişte halk vergisini para yerine çalışarak ödüyormuş. Inka halkı buradaki yapılanmayı gerçekleştirirken doğanın yapısını bozmamaya özen göstermişti. Deprem gibi doğanın normal hareketlerine uygun şekilde inşaatlar yapılmıştı. 2 saat rehberli turdan sonra parkın girişindeki kafe’ye gittim. Bir şeyler yiyip üzerimdeki ıslak tişörtü değiştirmek istiyordum. Bir buçuk saat kadar kafede kaldım. Yağmur azalmaya başlamıştı.  Artık ytekrar  Machu Picchu kendi başıma gezmeye başlayabilirdim.  Saat 15.30 kadar Machu Picchu’yi gezdikten sonra Agaus calientes’e dönmeye karar verdim. Agus Caliente köyünde biraz oyalandıktan tren istasyonuna gittim.  Tren ile önce Quillabamba oradan da Cusco’ya geri döndüm. Machu Picchu macerem burada sona eriyordu.
Sevgiler
Cusco’da son günüm
Bugün Cusco’daki son günüm beni Nazca’ya götürecek olan otobüsüm 16.00 da kalkacağından bugün yapmayı planladığım şehir turunu iptal ettim. Onun yerine şehir turu kapsamında tarihsel açıdan önemli değeri olan Saqsaywaman’a kendi başıma gezmeye karar verdim. Saqsaywaman tatmin olmuş kartal anlamına geliyormuş. Cusco şehrinden 2 km uzaklıktaydı. Cusco şehrine yukarıdan bakıldığında pumayı andırıyormuş. Saqsaywmana içindeki zik zak şeklindeki kayalar ise bu pumanın dişlerini temsil ediyormuş.
Saqsaywamana’yı dolaştıktan sonra Cusco şehrinin tepsindeki İsa heykelini ziyaret ettim sonra da yürüyerek Cusco şehrine geri döndüm. Cusco’dan ayrılmadan önce şamanların kullandığı tahtadan tütsü satın almak istiyordum. Oradaki dükkânlarından birine tahta tütsüyü nerede bulabileceğimi sorduğumda San Pedro isimli çarşıya gitmemi tavsiye ettiler.  San Pedro, Cusco şehrinin gezdiğim yerlerinin farklı bir bölümünde bulunuyordu. San Pedro sayesinde bu bölgeyi de görmüş oldum.  San Pedro kapalı bir çarşıydı. Burada şamanik ritüellerde kullanılan her türlü madde satılıyordu.  Ve sonunda tütsülerime kavuştum. Öğlen yemeğimi yiyip Starbucksta kahvemi içtikten sonra otelden bavulumu alıp otobüs terminaline gittim.
Nazca Çizgileri
Otobüsle Nazca şehrine ulaştığımda saat 7.00 dı ve Nazca line gezisini organize eden turun elemanı beni otobüs garında bekliyordu. Bu çizgiler ilk olarak 1939 yılında Perulu arkeoloist tarafından keşfedilmiş. İlk sembolün keşfi ile 1946 yılında gerçekleşebilmiş. El nino gibi kasırgalara rağmen bu çizgilerin bozulmadan kalması hayret vericiydi.
Tur şirketinin ofisine geldiğimizde Bolivia’daki otobüs faciasında tanıştığım Fransızlardan birine rastladım. O da Nazca line uçak gezisi için başvurmuştu. Öğleden sonra kum sörfü yapmak üzere ICA’ya gidecekti Ben ise Trujillo’ya gidecektim. Onun uçağı saat 7.30 benimkisi ise 8.00 da kalkacaktı. Uçuş sonrası buluşup birlikte bir şeyler yemek üzere sözleştik.  Saat 8.00 da tur şirketi benim ile birlikte uçuş yapacak olan birkaç kişi ile birlikte bizi minibüs ile havaalanına götürdü. Havaalanında 45 dakika bekledikten sonra nihayet sıramız gelmişti. Bineceğim uçak bayağı ufaktı. En son Las vegas’tan Las Angelos’a giderken böyle küçük bir uçağa binmiştim ve çok fena olmuştum. “Allahım bana yardım et” demekten başka çarem yoktu. Kulenin uçuşa izin vermesi üzerine uçuşumuza başladık. Nazca da 13 ayrı farklı sembol vardı. Bu kadar büyük ve anlamlı sembolleri yerden nasıl yaptıkları hayret vericiydi. Halen neden yapıldıkları bilinmiyordu. İşte size bu çizgilerinin büyüklükleri hakkında birkaç bilgi;  Maymun (90m), örümcek (46m),kuş (93m ve 135m),köpek (50m), kartal (135m), eller (50m), alcatraz(300m), astronat ( 35m), papağan (230m), balina (65m)
Uçak havalandığında her şey çok güzel gidiyordu. Nazca çizgilerini önce sol sonra da sağ taraftan gösteriyorlardı. Bu şekilde herkes her tarafı görmüş oluyordu.  Önce astronot sonra köpek, örümcek çizgileri derken birden bedenimden ter boşalmaya başladı. Önümdeki torbayı alıp kusmaya başladım. Son 5 işareti görmeyi kaçırmış olsam da sekiz çizgiyi görmüş olmak hiç de kötü değildi.
Havaalanından döndükten otobüs şirketine uğrayıp saat 15.00 daki otobüs biletimi 11.30 olarak değiştirdim. Çünkü Nazca Nazca çizgilerinden başka görülecek bir şey yoktu. Palpa çizgileri vardı ama bir daha benzer uçak yolculuğunu yapacak halim yoktu. Uçak şirketinin ofisine geldiğimde Fransız dostumun beni beklediğini fark ettim. Ofisin yakınındaki bir otelde bir şeyler yiyip lafladıktan sonra saat 11.30’daki otobüse bindik.
Unesco’nun Dünya Mirasları Listesindeki Başkent Lima
Akşamüstü saat 19.00 gibi Lima’ya vardım. Otobüs terminalinden taksi ile burada kalacağım otele gittim. Bugün 24 Aralıktı ve herkes christması kutluyordu. İnternette biraz dolandıktan sonra Peru’lu dostum Linda’ya facebooktan mesaj gönderdim. Ertesi gün müsait olduğu bir zamanda kahve içip içemeyeceğimizi sordum. Ertesi gün sabah saat 9-9.30 otelde olacağımı müsait ise bana bilgi vermesini istedim ve sonra da duş alıp uyudum. Ertesi sabah Facebook’u kontrol ettiğimde Linda’nın o gün saat 14.00 sonra müsait olduğu bildiren mesajı gördüm. Buluşma yerimizi belirledikten sonra Lima’nın içinde gezinmek üzere otelden ayrıldım.
Önce La amor ve merkez parklarını gezdim. Christmas’ın ertesi günü olması sebebiyle etraf boştu. Sonra da şehir merezindeki Starbucks’a gidip kahvemi içip internette gezindim. Annem ve Duyumla Skype’de sohbet ettikten sonra Linda ile buluşma yerimize gittim. Plaza des Arms’taki kathedralin önünde buluşacaktık. Ben oraya vardığımda Linda ‘da oradaydı. Linda, önce bana etrafı gezdirdi.
 Buluşma yerimiz olan Plaza des Arms, Unesco tarafından dünya mirasları listesine alınmıştı. Bu meydanda birkaç fotoğraf çektirdikten sonra bir puba girip oturduk. Linda Peru’lu olmasına rağmen İsveç’te yaşıyordu. Chirstmas sebebiyle Peru’ya gelmişti. O da benim gibi gezmeyi çok seviyordu. Fırsat buldukça dünyayı dolaşıyordu.
Akşamüstü saat 17.30 a kadar Linda ile vakit geçirdikten sonra otelime geri döndüm. İki saatte burada vakit geçirdikten sonra otobüs terminaline doğru yola koyuldum. Bu akşam kalkacak olan otobüs ile Trujillo’ya gideceğim.
Merhaba Trujillo
Peru'nun kuzey kıyılarının Güney Amerika'nın Mısır'ı olduğunu söylemek çok da yanlış olmaz. Trujillo'nun civarı, olağanüstü bir beceriyle inşa edilmiş, Inka öncesi kültürlerin kalıntılarıyla dolu; ( 100-700 yılları arasında)  
Chán ve Huaca de la Luna ve Huaca del Sol Moche piramidleri ve Trujillo'dan 5 km mesafedeki Chimú Krallığı'nın başkenti Chan Chán, dünyanın en büyük toprak kenti olarak adlandırılıyor.
Geniş bir alana yayılmış kerpiç kalıntıların arasında bir şehir. Bir zamanlar bulvarları, su kemerleri, bahçeleri, saraylar ile 10 bine yakın konutun yer aldığı önemli bir şehirmiş.
Her ne kadar kent, Moche medeniyetiyle başladıysa da, 300 yıl sonra, Chimú halkı bölgeyi ele geçirmiş ve bugünkü boyutlarına getirmiş. 1470 yılında Inkalar tarafından fethedilen Chimú'lar, aslında Güney Amerika'da Kolomb öncesi yaşamış olan ikinci en büyük halkmış. İmparatorlukları Lima'dan Tumbes'e, 1000 km boyunca Pasifik kıyılarında uzanmış.  Chan chan Unesco Dünya Mirası Listesi'nde bulunmakta.
Bu toprak kent 20 kilometrekarelik alana yayılan boyutuyla gerçekten görülmeye değer bir şehir. 
Trujillo'nun yakınında ayrıca güzel kumsalları da yer alıyor. Hoş bir kıyı kasabası olan Huanchaco'yu ise hiç kaçırmayın.
Ve bende kaçırmadım. Trujillo’da kaldığım iki gün boyunca yukarıda yazdığım yerleri keşfettim.

Sevgiler