5 Ocak 2013 Cumartesi

El Chalten

Sabah saat 7.30 da beni El Chalten’e götürecek otobüs şirketinin servis otobüsü beni kaldığım otelden alıp otobüs terminaline getirdi. El Calafate ile El Chalten arası otobüs ile üç saat sürecekti. Uçsuz bucaksız topraklardan geçerek El Chalten’e vardığımızda şehre girmeden önce Doğal Parkın kontrolünden sorumlu ekibin bulunduğu yere uğradık. Şehre girmeden önce gelen tüm turistlerin buraya uğrama kuralı vardı. Ve burada parkın içinde geçerli olan kurallar ve nereleri gezebileceğiniz konusunda birifing veriliyordu. Parkın için yürüyüş yapabileceğiniz 2 farklı parkur vardı. Biri Fitz Roy diğeri ise Laguna Torre bölümüydü. Fitz roy bölümünde 7 farklı yürüyüş noktası vardı. Fitz roy bölümünün en uzun noktasına (12,5 km) varış yürüyerek 4,30 saat sürüyordu. Laguna Torre bölümünün en uzun noktasına ( 14 km) varış ise 4 saat sürüyordu. Ben Fitz Roy’ün Poincenot noktasını ( 9,5 km) yani 3.15 dakika olanı seçtim. Park görevlisi akşam El Calafate döneceğimden bu parkuru tamamlayamayacağım konusunda ısrar etse de ben bir kere kararımı vermiştim. Park görevlilerinin verdiği birifing sona erdikten sonra tekrar otobüsümüze bindim. Otobüs El Chalten otobüs garında hepimizi bıraktı. Saat 11.30 du ve akşam El Calafate’ye dönüş otobüs saati 18.30’du. Poincenot’a gitmek istiyorsam hiç oyalanmadan yürümeye başlamalıydım. Biraz maceralı bir yürüyüş olacaktı. Çünkü bu yürüyüş sırasında parkın içinde yolu gösteren işaretlerden başka rehber olmayacaktı.
 Fitz Roy parkı şehrin dışından başlıyordu. Bu da 20 dakikalık bir yol demekti. Ve hemen  yürümeye başladım. Şehrin dışına vardığımda Fitz Roy park girişi “hoş geldiniz” yazısı ile birlikte beni bekliyordu. İlk etap çıkış yoluydu. Bu kısımda yavaş yol almak zorundaydım. Yol düzleşir düzleşmez hızımı arttırmalıydım. Aksi takdirde akşamki otobüsü kaçırabilirdim. Zamanımı ve enerjimi verimli kullanmam gerekiyordu.  Yolda ilerlerken parkın için gönüllü çalışan gençlere rastladım. Yürüyüş parkurunu düzenliyorlardı.
Yürüyüş yolu dar bir patikadan oluşuyordu. Kenarlarına kendiliğinden çökmüş olan ağaç dallarını yerleştirerek yürüyüş yolunun yerini belirliyorlardı. Aksi takdirde kendinizi ormanın ücra köşelerinde bulabilirdiniz. Tamamen doğal bir ormanda yürüyor gibiydiniz. Ama güvendeydiniz. Çünkü soğuktan ötürü tehlikeli büyük baş hayvanlar parkta bulunmuyordu.
İlk etabı bir saat elli dakikada tamamladım. Yani söylenenden 10 dakika erken gelmiştim. Hiç dinlenmeden ikinci etaba başladım.
Yürürken dağların arasındaki buzulları ve gölleri seyredebiliyordunuz. İkinci etabın yolu düz olduğundan ilerlemem daha kolay oldu.  Hiç durmadan yürüdüğüm için biraz yorgunluk hissediyordum ama hedefim bedenime meydan okuyordu. Ve elli dakika sonra ikinci etaba da ulaştım. Toplamda 20 dakika kazancım olmuştu.
Biraz dişimi sıkıp son etabı da tamamlayabilirdim ama onun yerine Capri gölünü ziyaret etmeyi tercih ettim. Çünkü ilk belirlediğim hedefi gerçekleştirmiştim. Öğle yemeğimi Capri gölünü seyrederek yemek keyifli olabilirdi.  50 dakikalık bir yürüyüşten sonra Capri gölünün muhteşem görüntüsü eşliğinde sandviç ve muzumu yedim. Bayağı yorulmuştum. Park görevlilerinden öğrendiğim kadarıyla buradaki göllerin suyu içilebiliyordu. Eski red kit filmlerinde yahu bunlar nasıl uzanıp nasıl rahatlıkla gölden su içiyorlar diye düşünürdüm. Hakikaten de içilebiliyormuş.
Yarım saat kadar dinlendikten sonra geri dönüşe geçtim. Saat 16.30 da parkın girişine varmıştım. Yorgunluktan ölüyordum. Terminale kadar 20 dakikalık yolum vardı. Bu durumda kahve içmek için dahi zamanım kalmıştı. Otobüs terminaline yakın küçük bir cafeye uğradım. Cafenin duvarlarında eski Kızılderili fotoğrafları duvara asılmıştı. Küçük bir barı ve tahtadan masa ve sandalyeleri vardı. Keyifle yorgunluk kahvemi içtikten sonra otobüs terminaline doğru yürümeye başladım. Üç saatlik geri dönüş yolundan sonra artık El Calafate’deydim. Otobüs terminaline geldiğimde kaldığım otelin resepsiyonunda çalışan çocuk beni otele getirmek için bekliyordu. Çok nazik bir davranıştı. İyi ki gelmişti zira otobüs terminalinden otele kadar yürüyecek halim yoktu.
Böylece Arjantin/Patagonya maceramda sona ermiş bulunuyordu. Buralar ile ilgili belki Trelew’a gidip balinaları görmek güzel olurdu. Ne yapalım her şeyi bir anda görmek mümkün değil. Bu tarafa geleceklerin aklında olsun. Balinaları da göreyim diyorsanız Trelew’a gideceksiniz.
Sevgiler

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder