22 Ocak 2013 Salı

Bolivia’dan Peru’ya Geçiş

Bugün Bolivia’dan ayrılıyorum. Yeni bir kültüre Peru’ya ayak basacağım. Peru’ya geçmeden önce Bolivia sınır kasabası olan Copacabana’da bir iki saat bekleme yapılacakmış. Beklerken hem Titicaca’yı (Dünyanın yükseklerdeki en büyük gölü ) hem de Copapana’yı görmüş olacağım. Söylenenlere göre Copacabana ismi Rio De Janerio’daki Copacabana’dan önce buraya verilmiş. Bu sefer otobüste yanımda oturan bey İsviçreliydi. Türkiye hakkında çok şey biliyordu. İzmir’de yaşayan Türk bir dostu bile vardı. Güney Amerika şehirlerini çok sık ziyaret edermiş. En çok ta Bolivia’yı.
Bolivia, Peru sınır geçişi biraz detaylıydı.  Eksik olmasın, yanımda oturan İsviçreli otobüsün muavini bilgi verdikçe beni olup bitenden haberdar ediyordu. Sınır geçişlerinde olmadığım kadar endişelensem de her seferinde Allah yardım ediyor. Ama yine de akıllanmayıp endişelenmeye devam ediyorum. İçlerinden en enteresanı Peru Ekvator sınır geçişim oldu. (Detayları Ekvator ile ilgili yazımda)  
Bir saat süren otobüs yolculuğundan sonra San Pedro’ya vardık. San Pedro’dan motorlu teknelerle karşı kıyıya Tiquina köyüne geçtik. Bindiğimiz otobüs ise arabalı vapurla karşıya geçti. Tiguina köyünden sonra iki saat kadar daha yolumuza devam ettik. Ve sonunda Copacabana’daydık. Karşımızda Titicaca gölü tüm güzelliği ile öylece duruyordu.
Otobüsün muavini saat 13.30’da Peru tarafına geçeceğimiz bilgisini verdi. Benim saatime göre otobüsün kalkmasına 3 saat vardı. İsviçreli dostumdan ayrılıp Copacabana’yı keşfetmeye çıktım. Önce sahile gittim.
Sahilde bir sürü insan toplanmıştı. Ve çoğu eski Kızılderili kıyafetlerini giymişti. Kıyının göle bakan tarafında yerden yüksek bir platform yapmışlardı. Ve bu platformun üzerinde müzik aletleri vardı. Anlaşılan bugün özel bir gündü. Bir müddet sonra kızılderili dansları ederek şarkı söylediler.
Saat 1.00 civarı otobüs şirketinin olduğu yere doğru yürüdüm. Otobüsün kalkacağı yere geldiğimde beni bir sürpriz bekliyordu. Otobüs Peru’ya doğru yola çıkalı 45 dakika olmuştu. La Paz ile Copacabana arasında bir saatlik saat farkını dikkate almamıştım. Allahtan otobüs bileti satan kız İngilizce biliyordu. Saat 16.00 da başka bir otobüsün olduğu bilgisini verdi.  Ancak ekstra para vermem gerekiyordu. Bolivia’dan Peru’ya geçiyorum diye nakit paramın tümünü bitirmiştim. Uyuni’den beri ATM’den para çekemiyorum. Call centre’ı aradığımda herhangi bir sorun olmadığını söylemişlerdi. Ama yine de para çekememiştim. Cüzdanımı tekrar kontrol ettim. Hatırladığım kadarıyla 10 usd kadar bozuk para vardı. Ekstra ödeme için 10 usd kabul ettiler.  Ve böylece bilet değişikliği yapabildim. Sorun kalmamıştı. Ancak ATM’den para çekememe sorununa çare bulmam gerekiyordu.  Çünkü daha bir müddet daha Copacapana’daydım. Call centre’ı tekrar aramaya karar verdim. Bu sefer telefonuma yanıt veren görevli ATM şifremin kilitlenmiş olduğu bilgisini verdi ve hemen yeni bir şifre oluşturduk ve artık ATM’den para çekebiliyordum.
Aslında otobüsü kaçırmış olmam şansızlık olmamıştı. Buradaki kızılderili halk ile daha fazla zaman geçirme imkânım oldu. Tabii bir de 16. Yüzyıldan kalmam meşhur “Basilica of Our Lady of Copacabana “isimli kathedrali ziyaret ettim. Yarım saat kadar kathedralin güzel enerjisi içinde kalarak enerjimi dengeledim. Sonrasında ise Titicaca gölünün kıyısındaki festivale katıldım. Bu seferki otobüsü kaçırmamalıydım. Bu yüzden erkenden otobüs şirketinin bulunduğu yere gittim. Otobüs zamanında kalktı ve yirmi dakika sonra Peru tarafındaydım. Güneşin batışı ile turuncu renkteki gökyüzünü seyrederek Peru sınırından geçtim. Puna şehrinden geçtikten sonra sabah saat 4.30 gibi Cusco’ya vardım. Burada kalacağım otel check in saatini 7.00 olarak belirlemişti. Bir saat kadar otobüs terminalinde oyalandıktan sonra taksiye binip otelime gittim. Otel yeni yapılmıştı. Tek sorun ana merkezden biraz uzakta olmasıydı. Taksi ücretinin çok ucuz olduğunu öğrenince bu sorun tamamen ortadan kalkmış oldu. Bavulumu odama yerleştirip güzel bir sıcak duş alıp hemen şehir merkezine indim. Cusco’da gezmeyi planladığım yerler ziyaret edebilmek için bir tur şirketi ile anlaşma yapmam gerekiyordu.  Buraya gelmeden önce Peru’da yaşayan bir dostumdan güvenilir bir tur şirketine beni yönlendirmesini istemiştim.  Tur şirketi ile önceden her şeyi planlanmıştık. Ancak Bolivia’dayken tur şirketinden planda değişiklik olduğuna dair yaptığı bilgisini vermişti. 15 Aralık tarihinde doğal hayatı korumak adına yapılan yeni düzenleyemeye göre bölgede aynı anda bulunan kişi sayısında kısıtlama yapmışlardı.  İlk plan 4 gün boyunca Machu Picchu’ya tren ile çıkmak yerine inkalar gibi yürüyerek gitmek şeklindeydi. Yeni plana göre ise Inca jungle yapmayı düşünüyorlardı. Yorucu Bolivia seyahatinden sonra zorlu yürüyüşleri kaldıracak halde değildim. Bu yüzden bu tür şirketi ile yaptığım anlaşmayı iptal ettim.
Şehrin merkezine yani Plaza Des Arms’a indiğimde tur şirketleri henüz açılmamıştı. Anlaşılan Peru şehri halkı biraz ekâbirdi.  Sonunda meydanın köşesinde açık bir tane tur şirketi bulabildim.  Ve onunla Sacred Valey, şehir turu ve 2 gün bir gecelik Machi Pucchi turu için anlaşma yaptım.
Ve o günkü ilk turum Sacred Valey’e başlamadan önce yarım saat vaktim vardı. Neyse ki yarım saat içinde kahvaltı ile para çekme işini tamamlayıp Valey turuna yetiştim. Minibüste yanımda Peru’nun başkenti Lima’da yaşayan Alex oturuyordu. Alex, Lima’da tekstil işiyle uğraşıyordu. Bir de catering şirketine sahipti. 21 Aralık gününü Machu Picchu’de geçirmek için gelmişti. Bir saate yakın minibüs yolculuğundan sonra Sacred Valey’e vardık. Önce Sacred valeye şöyle bir tepeden baktık. Vadi içerisinde bir de inka kasabası vardı.
Bu kasabanın adı Pisac’tı. Bu köyün bir de büyük bir antik bir çarşısı vardı. Önce bu çarşıyı uğradık. Çarşı’da gümüşten takılar, el yapımı örtüler, şamanik ritüellerde kullanılan malzemeler vb gibi bir sürü şey satılıyordu. Yarım saatlik serbest zamanımız vardı. Ve ilk büyük alışverişimi yaptım. Nasılsa yolculuğumun ikinci aşamasına geçmişti. Artık bir şeyler satın almaya başlayabilirdim.  Duyum ve eşi için üzerinde maya motifleri olan gümüşten yapılmış iki güzel hediye aldım.
Çarşıdan sonra Inca Citadel isimli tarihi değeri bir siteyi gezdik. Bu sitede su kanalları, seramoni alanları, mezarlar bulunuyordu. Tam tepeden vadinin görünüşü ise enteresandı. Inca Citadeli gezdikten sonra 2870 m yükseklikteki Urubama’ya geldik.  Öğlen yemeğimizi Urubama’da yedikten sonra 2800 m yükseklikteki Ollantaytambo köyüne gittik.
Buradaki güneş tapınağını ve yerlilerin yerleşim alanlarını gezdik. Rehberimiz bu yerleşim alanındaki kayaların karşı dağdan insan gücüyle getirildiği söyledi. Karşıki dağda 4000 metrelerdeydi! Wow, o kadar yükseklikten içeriğinde demir alışımı olan kocaman sert kayaları buraya kadar getirmek büyük bir sadakat örneğiydi.
Son durağımız ise Chinchero’ydu. Artık hava kararmaya varmıştı.  Burası dağların tepesinde bir yerdi. Etrafta yer yer kara rastlayabiliyordunuz. Önce buradaki 1500 lü yıllardan kalma kiliseyi gezdik. Binanın yarısı inca döneminden kalan kayalardan yapılmıştı. Diğer yarısı da bildiğimiz tuğlalar ile desteklenmişti. 
 İspanyollar buraya geldiklerinde ilk iş olarak tapınakları yerle bir dip edip tapınakların original malzemeleriyle kendilerine kilise ve ev yapmışlardı.  Kiliseden sonra burada yaşayan halkın dokuma evlerini ziyaret ettik.  Ve bizlere dokuma işini A dan Z ye nasıl yaptıklarını gösterdiler. Ürünler gerçek “ hand made” idi.  Lama’lardan aldıkları kirlenmiş yününü önce özel doğal bir maddeyle yıkadılar. İnanılacak gibi değildi. Kirli bir lama yünü yumağı 30 saniye içinde bembeyaz olmuştu.   Yıkama işlemi bittikten sonra boyama işlemi başladı. Boyama işlemi de doğal olarak yapılıyordu. Örneğin kaktüsün üzerindeki bir mantarı bordo rengini elde etmek için kullanıyorlarmış. Süreci anlatan kadın aynı mantarı dudak boyası olarak ta kullandıklarında 24 saat süresince “french kiss” dahi yapsanız rengin n dudağınızdan kaybolmayacağı garantisini veriyordu. Boyama faslından sonra dokuma süreci başlıyordu. Aynı anda Lama yününü iplik haline getirip, boyayıp, dokuma işini yapabiliyorlardı.
Chinchero’dan sonra Cusco’ya geri dönmek üzere minibüsümüze bindik. Bu arada yoldan bir misafir de minibüsümüze bindi. Bu misaifir özel bir misafirdi. Davul, flüt ile geleneksel Kızılderili müziği yapıyordu.  45 dakikalık dönüş yolumuz onun sayesinde daha keyifli hale gelmişti. 
Cusco’ya vardığımızda yol arkadaşım Lima’lı Alex bir şeyler içmeyi teklif etti. Saatime baktım, saat 21.002 dı ve teklifini ret etmek zorundaydım. Bugün çok yorulmuştum. Otele gitmeden önce ertesi gün Machu Picchu turuna gideceğim tur şirketine uğradım ve tren saati, Agaua Calientes’te kalacağım otel vb gibi detayları konuştuk.  Ve sonra doğruca otele gidip güzel bir duş alıp yattım. Yarın Önemli gündü.
Machii Pucchu, the Lost City
Ertesi sabah 10.30’da Machi Pucchu’ye gidecek olan trenin kalktığı Ollantaytambo köyüne doğru minibüs ile yola çıktık. Bir buçuk saatlik yoldan sonra Quillabambadaydık.  Önce check in işlemini tamamladıktan sonra trene bindik. Buralara gelmeyi düşünenler için; Machu Picchu’ye gitmek için üç farklı tren alternatifi var. Bunlardan bir tanesi turist treni ki bu içlerinden en ucuz olanıymış. Diğeri ise Orient express treni. Bu trenin ücreti 350 dolarmış. Son alternatif ise Peru rail şirketi.  Perurail ise 100 dolara sizi Machu Picchu’e götürüp tekrar geri getiriyor.  Ben içlerinden Peru raili seçtim. Yaklaşık iki saat boyunca dağların arasından geçerek ilerledik. Sol taraftaileri seviyede rafting yapabileceğiniz bir nehir, sağ tarafımızda ise dağlar ve orman yer alıyordu. Agaus Calientes’e vardığımızda saat 14.00’dı. Tren istasyonunda beş on dakika bekledikten sonra beni otelime götürecek olan kişi geldi. Elindeki levhaya ismimi “EASY KAVUNGLU” şeklinde yazmıştı. Her zaman soyadım farklı bir şekle girerdi. Şise ismim farklı bir şekle bürünmüştü.  Easy!.
Agus Calientes köyü benim için şok olmuştu. Agus Caliente hayallerimdeki Agus Calientes’ten çok farklıydı. Düzensiz yapılaşma vardı. Buraya geldiğinizde Agus Calientes köyü yerine trenin kalktığı Ollantaytambo köyünde kalmanızı öneririm.  
Machı Puchi ilk olarak 1911 yılında Hiram Bingham tarafından bulunmuş. Hiram Bingham Machu Picchu’deki çalışmalarını yaparken burada bulduğu arkeolojik değeri olan parçaları incelemeleri için Yale üniversitesine göndermiş. Ancak Yale üniversitesi o gün bugündür o parçaları Peabody müzesinde saklıyormuş. Perular geri almak için girişimde bulunmuşlar olsalar da bu girişimi dikkate alan yoktu. Yapılan kazılardan Machu Picchu’nun önemli seremonilerin yapıldığı özel bir eğitim yeri olabileceği söyleniyor.
Agaus Caliente’de kalacağım otele vardığımda ertesi gün Machu Picchu’yi gezdirecek olan rehber beni otelde bekliyordu. Ertesi gün nasıl ve nerede buluşacağımız konusunda bilgi verdi. O gün öğleden sonra bir sürü vaktim vardı. Ve önce köyün içindeki çarşıda dolaştım. Akşam yemeğimi yedikten sonra tekrar otelime döndüm. Yarının gelmesini iple çekiyorum.

Sabah Machu Picchu’yi giden otobüslerden birine bindim. İsteyen bu yolu yürüyebiliyordu. Yokuş yukarı bir yol olduğu için bayağı zorlu bir yoldu. Bu yüzden otobüsle çıkmayı tercih ettim. Rehberle 7.45 de buluşacaktık ama ben bir an evvel yukarıya çıkmak istiyordum. Saat 6.30’da Machu Picchu topraklarına ayakbastım. Bu arada şiddetli bir yağmur yayıyordu. Şiddetli yağmur altında Machu Picchu gezisi enteresan olacağa benziyordu. Saat 8.00 gibi tüm grup toplandık ve 2 saatlik turumuz başladı. Beş dakikalık bir yürüyüşten sonra Machu Picchu karşımızdaydı. Bir dağın tepesinde bir inka sitesinin olacağını kim bilebilirdi ki. Kayaları taşıyarak evler, odalar, teraslar yapmışlardı. Rehberin söylediğine göre geçmişte halk vergisini para yerine çalışarak ödüyormuş. Inka halkı buradaki yapılanmayı gerçekleştirirken doğanın yapısını bozmamaya özen göstermişti. Deprem gibi doğanın normal hareketlerine uygun şekilde inşaatlar yapılmıştı. 2 saat rehberli turdan sonra parkın girişindeki kafe’ye gittim. Bir şeyler yiyip üzerimdeki ıslak tişörtü değiştirmek istiyordum. Bir buçuk saat kadar kafede kaldım. Yağmur azalmaya başlamıştı.  Artık ytekrar  Machu Picchu kendi başıma gezmeye başlayabilirdim.  Saat 15.30 kadar Machu Picchu’yi gezdikten sonra Agaus calientes’e dönmeye karar verdim. Agus Caliente köyünde biraz oyalandıktan tren istasyonuna gittim.  Tren ile önce Quillabamba oradan da Cusco’ya geri döndüm. Machu Picchu macerem burada sona eriyordu.
Sevgiler
Cusco’da son günüm
Bugün Cusco’daki son günüm beni Nazca’ya götürecek olan otobüsüm 16.00 da kalkacağından bugün yapmayı planladığım şehir turunu iptal ettim. Onun yerine şehir turu kapsamında tarihsel açıdan önemli değeri olan Saqsaywaman’a kendi başıma gezmeye karar verdim. Saqsaywaman tatmin olmuş kartal anlamına geliyormuş. Cusco şehrinden 2 km uzaklıktaydı. Cusco şehrine yukarıdan bakıldığında pumayı andırıyormuş. Saqsaywmana içindeki zik zak şeklindeki kayalar ise bu pumanın dişlerini temsil ediyormuş.
Saqsaywamana’yı dolaştıktan sonra Cusco şehrinin tepsindeki İsa heykelini ziyaret ettim sonra da yürüyerek Cusco şehrine geri döndüm. Cusco’dan ayrılmadan önce şamanların kullandığı tahtadan tütsü satın almak istiyordum. Oradaki dükkânlarından birine tahta tütsüyü nerede bulabileceğimi sorduğumda San Pedro isimli çarşıya gitmemi tavsiye ettiler.  San Pedro, Cusco şehrinin gezdiğim yerlerinin farklı bir bölümünde bulunuyordu. San Pedro sayesinde bu bölgeyi de görmüş oldum.  San Pedro kapalı bir çarşıydı. Burada şamanik ritüellerde kullanılan her türlü madde satılıyordu.  Ve sonunda tütsülerime kavuştum. Öğlen yemeğimi yiyip Starbucksta kahvemi içtikten sonra otelden bavulumu alıp otobüs terminaline gittim.
Nazca Çizgileri
Otobüsle Nazca şehrine ulaştığımda saat 7.00 dı ve Nazca line gezisini organize eden turun elemanı beni otobüs garında bekliyordu. Bu çizgiler ilk olarak 1939 yılında Perulu arkeoloist tarafından keşfedilmiş. İlk sembolün keşfi ile 1946 yılında gerçekleşebilmiş. El nino gibi kasırgalara rağmen bu çizgilerin bozulmadan kalması hayret vericiydi.
Tur şirketinin ofisine geldiğimizde Bolivia’daki otobüs faciasında tanıştığım Fransızlardan birine rastladım. O da Nazca line uçak gezisi için başvurmuştu. Öğleden sonra kum sörfü yapmak üzere ICA’ya gidecekti Ben ise Trujillo’ya gidecektim. Onun uçağı saat 7.30 benimkisi ise 8.00 da kalkacaktı. Uçuş sonrası buluşup birlikte bir şeyler yemek üzere sözleştik.  Saat 8.00 da tur şirketi benim ile birlikte uçuş yapacak olan birkaç kişi ile birlikte bizi minibüs ile havaalanına götürdü. Havaalanında 45 dakika bekledikten sonra nihayet sıramız gelmişti. Bineceğim uçak bayağı ufaktı. En son Las vegas’tan Las Angelos’a giderken böyle küçük bir uçağa binmiştim ve çok fena olmuştum. “Allahım bana yardım et” demekten başka çarem yoktu. Kulenin uçuşa izin vermesi üzerine uçuşumuza başladık. Nazca da 13 ayrı farklı sembol vardı. Bu kadar büyük ve anlamlı sembolleri yerden nasıl yaptıkları hayret vericiydi. Halen neden yapıldıkları bilinmiyordu. İşte size bu çizgilerinin büyüklükleri hakkında birkaç bilgi;  Maymun (90m), örümcek (46m),kuş (93m ve 135m),köpek (50m), kartal (135m), eller (50m), alcatraz(300m), astronat ( 35m), papağan (230m), balina (65m)
Uçak havalandığında her şey çok güzel gidiyordu. Nazca çizgilerini önce sol sonra da sağ taraftan gösteriyorlardı. Bu şekilde herkes her tarafı görmüş oluyordu.  Önce astronot sonra köpek, örümcek çizgileri derken birden bedenimden ter boşalmaya başladı. Önümdeki torbayı alıp kusmaya başladım. Son 5 işareti görmeyi kaçırmış olsam da sekiz çizgiyi görmüş olmak hiç de kötü değildi.
Havaalanından döndükten otobüs şirketine uğrayıp saat 15.00 daki otobüs biletimi 11.30 olarak değiştirdim. Çünkü Nazca Nazca çizgilerinden başka görülecek bir şey yoktu. Palpa çizgileri vardı ama bir daha benzer uçak yolculuğunu yapacak halim yoktu. Uçak şirketinin ofisine geldiğimde Fransız dostumun beni beklediğini fark ettim. Ofisin yakınındaki bir otelde bir şeyler yiyip lafladıktan sonra saat 11.30’daki otobüse bindik.
Unesco’nun Dünya Mirasları Listesindeki Başkent Lima
Akşamüstü saat 19.00 gibi Lima’ya vardım. Otobüs terminalinden taksi ile burada kalacağım otele gittim. Bugün 24 Aralıktı ve herkes christması kutluyordu. İnternette biraz dolandıktan sonra Peru’lu dostum Linda’ya facebooktan mesaj gönderdim. Ertesi gün müsait olduğu bir zamanda kahve içip içemeyeceğimizi sordum. Ertesi gün sabah saat 9-9.30 otelde olacağımı müsait ise bana bilgi vermesini istedim ve sonra da duş alıp uyudum. Ertesi sabah Facebook’u kontrol ettiğimde Linda’nın o gün saat 14.00 sonra müsait olduğu bildiren mesajı gördüm. Buluşma yerimizi belirledikten sonra Lima’nın içinde gezinmek üzere otelden ayrıldım.
Önce La amor ve merkez parklarını gezdim. Christmas’ın ertesi günü olması sebebiyle etraf boştu. Sonra da şehir merezindeki Starbucks’a gidip kahvemi içip internette gezindim. Annem ve Duyumla Skype’de sohbet ettikten sonra Linda ile buluşma yerimize gittim. Plaza des Arms’taki kathedralin önünde buluşacaktık. Ben oraya vardığımda Linda ‘da oradaydı. Linda, önce bana etrafı gezdirdi.
 Buluşma yerimiz olan Plaza des Arms, Unesco tarafından dünya mirasları listesine alınmıştı. Bu meydanda birkaç fotoğraf çektirdikten sonra bir puba girip oturduk. Linda Peru’lu olmasına rağmen İsveç’te yaşıyordu. Chirstmas sebebiyle Peru’ya gelmişti. O da benim gibi gezmeyi çok seviyordu. Fırsat buldukça dünyayı dolaşıyordu.
Akşamüstü saat 17.30 a kadar Linda ile vakit geçirdikten sonra otelime geri döndüm. İki saatte burada vakit geçirdikten sonra otobüs terminaline doğru yola koyuldum. Bu akşam kalkacak olan otobüs ile Trujillo’ya gideceğim.
Merhaba Trujillo
Peru'nun kuzey kıyılarının Güney Amerika'nın Mısır'ı olduğunu söylemek çok da yanlış olmaz. Trujillo'nun civarı, olağanüstü bir beceriyle inşa edilmiş, Inka öncesi kültürlerin kalıntılarıyla dolu; ( 100-700 yılları arasında)  
Chán ve Huaca de la Luna ve Huaca del Sol Moche piramidleri ve Trujillo'dan 5 km mesafedeki Chimú Krallığı'nın başkenti Chan Chán, dünyanın en büyük toprak kenti olarak adlandırılıyor.
Geniş bir alana yayılmış kerpiç kalıntıların arasında bir şehir. Bir zamanlar bulvarları, su kemerleri, bahçeleri, saraylar ile 10 bine yakın konutun yer aldığı önemli bir şehirmiş.
Her ne kadar kent, Moche medeniyetiyle başladıysa da, 300 yıl sonra, Chimú halkı bölgeyi ele geçirmiş ve bugünkü boyutlarına getirmiş. 1470 yılında Inkalar tarafından fethedilen Chimú'lar, aslında Güney Amerika'da Kolomb öncesi yaşamış olan ikinci en büyük halkmış. İmparatorlukları Lima'dan Tumbes'e, 1000 km boyunca Pasifik kıyılarında uzanmış.  Chan chan Unesco Dünya Mirası Listesi'nde bulunmakta.
Bu toprak kent 20 kilometrekarelik alana yayılan boyutuyla gerçekten görülmeye değer bir şehir. 
Trujillo'nun yakınında ayrıca güzel kumsalları da yer alıyor. Hoş bir kıyı kasabası olan Huanchaco'yu ise hiç kaçırmayın.
Ve bende kaçırmadım. Trujillo’da kaldığım iki gün boyunca yukarıda yazdığım yerleri keşfettim.

Sevgiler

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder